Yeni Bir Çözüm Süreci Mümkün mü: Öcalan fikirsel ve tarihsel merkez, Demirtaş toplumsal ve siyasal mobilizasyonun yeni yüzü
Yeni Çözüm Süreci toplumun tüm dinamikleri tarafından tartışılırken, uzmanlar 2025 Türkiye’sinde, eski dinamiklerle yeni bir masa kurulmasının artık mümkün olmadığı düşüncesindeler.

Türkiye siyaseti uzun bir aradan sonra yeniden “çözüm süreci” tartışmalarına sahne oluyor. Toplum bir anlamda kutuplaşma içerisinde. Bir yanda sürece hararetli bir şekilde destek verenler, diğer yanda süreçten büyük bir rahatsızlık duyanların mücadelesi her geçen gün daha belirğin bir noktaya evriliyor.
İçeride yumuşama arayışları, bölgesel gelişmeler, DEM Parti’nin barış çağrıları ve CHP’nin yeni tutumu, 2015’te sona eren sürecin güncellenmiş bir versiyonunun konuşulmasına neden oluyor. Ancak 2025 Türkiye’sinde, eski dinamiklerle yeni bir masa kurulması artık mümkün değil.
Siyasi Atmosfer: Kontrollü diyalog, temkinli beklenti
Seçim sonrasında iktidarın kullandığı dilde belirgin bir yumuşama göze çarpıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, doğrudan “çözüm süreci” ifadesini kullanmaktan kaçınsa da, Diyarbakır, Van ve Şırnak gibi kentlerdeki temaslarda yeni bir diyalog zeminine işaret eden mesajlar veriyor.
Ancak iktidar içinde ciddi bir görüş ayrılığı mevcut: Bir kesim, geçmiş deneyimi “devletin taviz süreci” olarak değerlendirirken; reformist çizgiye yakın bazı isimler, Türkiye’nin hem ekonomik hem diplomatik izolasyondan çıkması için Kürt meselesinde normalleşmeyi zorunlu görüyor.
CHP cephesinde ise Genel Başkan Özgür Özel, meseleyi “bir demokrasi testi” olarak konumlandırıyor. CHP’nin önerdiği çerçeve, klasik müzakere yerine, Meclis zemininde şeffaf ve çok aktörlü bir tartışma süreci kurulması yönünde. Bu, AK Parti’nin geçmişteki kapalı müzakere modelinden farklı, daha kurumsal bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor.
DEM Parti’nin yeni stratejisi: Barışın toplumsallaşması
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın son açıklamaları, partinin yeni dönem stratejisini ortaya koyuyor:
“Barış sadece DEM Parti’nin değil, tüm Türkiye toplumunun sorumluluğudur. Biz bu süreci demokratik siyasetin merkezinde yürütmek istiyoruz.”
Bu yaklaşım, İmralı merkezli kapalı görüşmelerden çok, toplumsal meşruiyeti esas alan açık bir siyasal süreç öneriyor. DEM Parti’nin önceliği, sivil siyaset kanallarını güçlendirmek, CHP ile demokratik ilkeler temelinde stratejik bir yakınlaşma kurmak ve barışın “tabandan sahiplenilmesini” sağlamak.
Öcalan faktörü: Sessizlik değil, yeniden devreye giriş
İmralı’dan 2019’a kadar gelen sessizlik dönemi, 2024 sonlarından itibaren kırıldı. Avukat görüşlerine ve sınırlı kamu mesajlarına izin verilmesi, Öcalan’ın yeniden politik sürece dâhil edildiği yorumlarını güçlendirdi.
Öcalan’ın son iletilerinde dikkat çeken vurgular, artık salt bir Kürt meselesi değil, “Türkiye’nin demokratik geleceği” teması etrafında şekilleniyor.
Bu, hem iktidarın hem de uluslararası aktörlerin dikkatini çeken bir değişim. Öcalan’ın söyleminde “yerel demokrasi, kadın özgürlüğü ve diyalog temelli yeni toplumsal sözleşme” kavramlarının öne çıkması, olası yeni süreç için düşünsel bir çerçeve oluşturuyor.
Uzmanlara göre, Öcalan’ın yeniden sahneye çıkışı sadece sembolik değil; hem Kürt hareketinin iç dengelerini stabilize etmek hem de dışarıdaki siyasi aktörleri hizalamak açısından işlevsel bir rol taşıyor.
Selahattin Demirtaş faktörü: Hapiste ama sahnede
Edirne Cezaevi’nde olmasına rağmen Selahattin Demirtaş, Kürt siyaseti içindeki en güçlü siyasi figürlerden biri olmaya devam ediyor.
Son dönemde kaleme aldığı yazılar ve yaptığı avukat görüşleri, toplumsal barışa dair yeni bir dil inşa etme çabası olarak okunuyor.
Demirtaş, özellikle Kürt hareketinin demokratik kanadında ve muhalefetin reformcu çevrelerinde “gelecek dönemin siyasal köprüsü” olarak görülüyor.
DEM Parti ile CHP arasındaki yumuşamanın arkasında da Demirtaş’ın etkili olduğu yönünde yaygın bir kanaat var.
Bir başka deyişle, Öcalan fikirsel ve tarihsel merkez rolünü korurken, Demirtaş toplumsal ve siyasal mobilizasyonun yeni yüzü haline geliyor.
Bu iki aktörün birbirini dışlamadan, farklı düzlemlerde etkili olabilmesi, olası bir yeni sürecin başarı şansını artırabilir.
Bölgesel Dinamikler: Rojava, Washington ve Ankara üçgeni
Suriye’nin kuzeyinde Demokratik Suriye Güçleri (DSG), sekiz yılda yerel bir ordu ve özerk yönetim modeline dönüştü.
ABD’nin sahadaki varlığı sürerken, Ankara’nın operasyon tehditleri ve Şam’la yeniden temasa geçme arayışları, bölgesel dosyayı hareketlendirmiş durumda.
Washington kaynakları, Türkiye’nin “yeni çözüm süreci”ne benzer bir iç yumuşamayı, sınır güvenliği ve Suriye dosyasında daha esnek bir diplomasiyle ilişkilendirdiğini belirtiyor.
Kısacası, içerideki diyalog ihtimaliyle dışarıdaki güvenlik denklem artık birbirine bağlı hale gelmiş durumda.
Toplumsal algı: Barış yorgunluğu ama diyalog isteği
2015 sonrası travmalar, toplumda hâlâ derin izler bıraksa da, özellikle genç kuşakta barış fikrine yeniden ilgi doğuyor.
Kürt illerinde yüksek katılımlı yerel seçimler, demokratik kanalların hâlâ güçlü olduğunu gösterdi.
Buna karşın batı illerinde “güvenlik refleksi” hâlâ baskın; dolayısıyla olası bir süreç, ancak şeffaf ve katılımcı ilerlerse toplumsal meşruiyet kazanabilir.
Sonuç: Eski masa değil, yeni mimari
Yeni bir çözüm süreci mümkün, ama eski yöntemlerle değil. İmralı merkezli, devlet denetiminde yürütülen kapalı modelin yerini; Meclis denetimli, çok aktörlü, toplumsal katılım esaslı bir demokratik müzakere zemini almak zorunda.
Bu kez belirleyici olan, yalnızca devlet veya Kürt hareketi değil; toplumun barışı sahiplenme kapasitesi olacak.
Brüksel merkezli Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nden bir yetkili:
“Ankara’da yeni bir çözüm süreci başlamasa bile, bu konunun diplomatik ajandada yeniden görünür hale gelmesi bile önemli. AB, Türkiye’nin demokratik reform gündemine dönmesini teşvik ediyor.”
Washington’daki Brookings Enstitüsü Ortadoğu Programı’ndan bir analist Washington'un süreç ile ilgili düşüncelerini şöyle özetliyor:
“ABD, Suriye kuzeyindeki istikrarı korumak için Türkiye’nin iç politikasında tansiyonun düşmesini istiyor. Dolaylı biçimde, diyalog sürecine destek verebilir.”
Londra merkezli bağımsız araştırmacı Leyla Mahmud:
“Öcalan’ın yeniden görünür olması, hem Kürt hareketinin iç dengeleri hem de Türkiye’nin gelecekteki demokratik dönüşümü açısından belirleyici olacak. Ancak bu kez Demirtaş faktörü sürecin toplumsallaşmasında kilit rol oynayabilir.”
Sonuç olarak diplomatlara ve analizcilere göre Türkiye yeni bir çözüm sürecine girebilir, ancak bu süreç artık yalnızca bir “güvenlik meselesi” değil — bir demokratik yeniden kuruluş meselesi.