ABD’nin Küresel Stratejisinde Türkiye ve Ortadoğu Faktörü

ABD’nin küresel güç mimarisi artık doğrudan savaşlarla değil, vekalet ağları, ekonomik bağımlılıklar ve kişisel liderlik hesaplarıyla kuruluyor. Ortadoğu bu sistemin sinir merkezine dönüşürken, Türkiye hem oyun kurucu hem de denge sağlayıcı bir aktör olarak Washington’un yeni stratejisinde ayrı bir konuma yerleşiyor.

ABD’nin Küresel Stratejisinde Türkiye ve Ortadoğu Faktörü

ABD artık doğrudan işgallerin değil, “güç transferi mekanizmalarının” çağında. Ukrayna’dan Tayvan’a, Sahel’den Ortadoğu’ya kadar kurulan ağlarda Washington; askeri, finansal ve diplomatik enstrümanlarıyla küresel sistemin ritmini belirliyor.

Ortadoğu bu denklemde, enerji ve güvenlik açısından hâlâ stratejik merkez. Ancak artık ABD askerleri değil, yerel güçler, müttefik hükümetler ve teknolojik araçlar ön planda.

ABD artık Soğuk Savaş döneminin kurumsal aklıyla değil, başkanların karakteriyle yönetilen bir dış politika dönemine girmiş durumda. Donald Trump dönemi bunun en çarpıcı örneğiydi. Donald Trump’la birlikte ABD’nin küresel siyaseti bir “kişilik kültü”ne dönüştü. Trump, dış politika kişisel bir vitrin haline gelirken; kurumsal aklın değil, başkanın duygusal tepkilerinin yansıması ile yönetilmeye başlandı. Venezuela’dan İran’a, Kuzey Kore’den Gazze’ye kadar her krizi kendi iç politik çıkarlarına bağladı.

Barış süreçlerine yaklaşımı da aynı ölçüde dengesizdi: Nobel Barış Ödülü’nü kazanma hayaliyle diplomatik jestler yapan bir lider, aynı anda tehditkâr açıklamalarla dünyayı kaosa sürükleyebiliyordu. Venezuela’ya yönelik işgal tehditleri, Kuzey Kore ile kişisel mektuplaşmaları ve İran’a yönelik “gösterişli tehdit dili” bunun örnekleriydi. Bu durum, ABD’nin dünya genelindeki güvenilirliğini aşındırdı ama aynı zamanda Washington’un öngörülemezliğini stratejik bir avantaja dönüştürdü.

Türkiye’nin Konumu: Zorunlu Ortak, Kontrollü Rekabet

Ankara, ABD için hem vazgeçilmez bir ortak hem de sürekli sınanan bir güç konumunda.

Türkiye, NATO’nun güney kanadında sahip olduğu askeri kapasiteyle Rusya ve Çin karşısında Batı için kritik bir güvenlik kalkanı. Ancak aynı zamanda Rusya, İran ve Çin’le yürüttüğü ilişkiler nedeniyle Washington’un stratejik sabrını test eden bir aktör. Aynı zamanda ABD’nin Ortadoğu planlarının merkezinde yer alan Kürt dosyası, enerji koridorları ve Suriye’deki üsler, iki ülke arasındaki güven krizini derinleştiriyor.

Erdoğan yönetimi, bu dengeyi ustalıkla yönetti. Moskova ile enerji diplomasisi, Tahran’la sınır güvenliği diyaloğu ve Washington’la savunma koordinasyonu, Türkiye’yi “çok yönlü güç politikası”nın merkezine yerleştirdi.

Bu tablo, ABD açısından Türkiye’yi “tam anlamıyla kontrol edilemeyen ama kaybedilmesi halinde telafisi olmayan ülke” haline getirdi.

Ortadoğu’da Güç Boşluğu: ABD’nin Gölgesinde Yeni Aktörler

ABD’nin çekildiği her alanda Rusya, Çin, İran ve Türkiye gibi orta ölçekli güçler öne çıkıyor.

  • Rusya, Suriye ve Afrika hattında askeri etkisini genişletiyor.

  • Çin, enerji ve altyapı anlaşmalarıyla Ortadoğu ekonomisine derinlemesine giriyor.

  • İran, milis ağlarıyla “görünmez nüfuz” inşa ediyor.

  • Türkiye ise diplomasi, insansız hava gücü ve yumuşak güç kombinasyonuyla bölgesel liderlik modelini sürdürüyor.

Bu süreç, Ortadoğu’yu çok kutuplu bir denge sahasına dönüştürdü. ABD artık sadece tek bir hakim güç değil; daha çok sistemin mimarı, ama sahadaki kontrolün paylaşıldığı bir figür.

Kürt Dosyası: ABD’nin En Kırılgan Mirası

ABD’nin Suriye Kürtleriyle ilişkisi, Ortadoğu’daki en karmaşık denklemlerden biri. Trump dönemindeki ani çekilme kararı, sadece DSG’yi yalnız bırakmadı; ABD’nin müttefik sadakatine dair küresel soru işaretleri de yarattı.

Bugün Kürtler açısından Washington, bir güvenlik garantörü değil; geçici bir denge unsuru olarak görülüyor. Türkiye’nin son dönemde entegrasyon konusundaki “ılımlı dili” ise bu güç boşluğuna verilmiş pragmatik bir yanıt niteliğinde.

ABD’nin küresel stratejisinde Türkiye artık sadece bir “Ortadoğu ülkesi” değil, Avrasya ile Atlantik arasındaki güç hattının jeopolitik kilit taşı. Trump gibi kişisel çıkarlara göre hareket eden liderlerin varlığı, bu dengenin kırılganlığını artırıyor. Ancak aynı zamanda Türkiye’ye manevra alanı da açıyor: Ne tamamen Batı’nın çizgisinde, ne de Doğu blokunun parçası.
Kendi eksenini kurmaya çalışan bölgesel güç modeli.