Bülent Arınç: Öcalan kültürel haklar konusundaki taleplerden de vazgeçin diyor
Eski TBMM Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Rûdaw'a verdiği röportajda Abdullah Öcalan'ın son çağrısını ve PKK'nin silah bırakma sürecini değerlendirdi.

Öcalan'ın örgütü feshetme ve silahları bırakma yönündeki açıklamasını "olumlu bir adım" olarak nitelendiren Arınç, bu çağrının Türkiye'deki "terör sorununun çözümüne katkı sağlayabileceğini" ancak, PKK'nin bu çağrıya nasıl yanıt vereceğinin henüz belli olmadığını ve örgüt içindeki farklı grupların tutumunun belirleyici olacağını ifade etti.
Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarına da değinen Arınç, Türkiye'nin son yıllarda bu alanda önemli adımlar attığını, fakat anayasal düzeyde köklü değişikliklerin söz konusu olmadığını belirtti. Öcalan'ın çağrısında kültürel haklardan ziyade silah bırakma ve örgütün feshedilmesine odaklandığını ifade eden Arınç, bu sürecin başarıya ulaşması halinde Türkiye'nin demokratikleşme yolunda ilerleyebileceğini kaydetti.
Röportajda, Devlet Bahçeli'nin İmralı'dan çağrı yapılması yönündeki açıklamasına da değinildi. Arınç, bu açıklamanın şaşırtıcı olduğunu, ancak Öcalan'ın bildirisinin bu sürece katkı sağladığını söyledi. Bahçeli'nin bu adımının arkasında daha geniş bir plan olup olmadığına dair ise net bir yorum yapmadı.
Son olarak, Arınç, Türkiye'nin Kürt ve Türk vatandaşlarının ortak devleti olduğunu vurgulayarak, gelecekte yeni bir anayasa yapılması halinde Kürtlerin haklarının daha geniş bir şekilde tanımlanabileceğini ifade etti. Ancak, bu konuda somut adımların atılması için öncelikle “terör sorununun” çözülmesi gerektiğini vurguladı.
Eski TBMM Başkanı ve AK Parti kurucularından Bülent Arınç Rûdaw TV’de Muhammed İzeddin'in sorularını yanıtladı:
Şu soru ile başlamak istiyorum. Beklenen çağrı Abdullah Öcalan tarafından yapıldı. Bir süreç var bildiğiniz üzere Türkiye'de. Daha önce de bir süreç vardı. Sizin değerlendirmeleriniz hem çağrı için hem de bu süreç için genel anlamda nedir?
Tabii bekleniyordu sizin de ifade ettiğiniz gibi ve bu konuda siyasetçiler de, gazeteciler de bu konuyla ilgilenen herkes bir şeyler söyledi. Burada da konuşanlar oldu. Sayın Neçirvan Barzani ve benzeri arkadaşlarımız hükümettekiler olumlu görüşlerini ifade ettiler. Bunlardan farklı olarak bir görev ifade ettim ben hem Türkiye'de meclis başkanlığım döneminde hem başbakan yardımcılığım döneminde 2009-2015 aralıkları arasında süre giden çözüm süreci dediğimiz sürecin içerisinde bulundum. Olayları bizzat yaşadım. Hükümetteki görevlerimin içerisinde Terörle Mücadele Yüksek Kurulu başkanlığı da vardı. Dolayısıyla hem operasyonlar, hem bu örgütün yaptığı çalışmalar, hem işlediği cinayetler, Türkiye içinde ve Türkiye dışında bizi zora sokan bütün meselelerin hemen hemen yakınında oldum, içinde oldum. 1984 Eruh baskını başlangıç kabul edilirse PKK'nın kuruluşu olarak bugüne kadar tam 40 yıl geçti. Bu 40 yıl içerisinde herhalde bir 100 bin kişi Türkiye'de şu veya bu şekilde hayatını kaybetti. Biz devlet ve millet tarafında olanlara bir başka sıfat koyuyoruz. Ama örgütün de kayıpları elbette çok oldu. Onlar da bizim için elbette aynı insanların, aynı ailenin çocukları olarak birbirlerine kurşun sıktılar. Biz devletin yanındayız. Çünkü terörle mücadele ediyoruz.
Terör cebir şiddet kullanarak haksız bir şekilde insanların öldürülmesidir. Onlara zarar verilmesidir. Evler yakılmıştır. İnsanlar sürgüne muhtaç edilmiştir. Din adamları öldürülmüştür. Çocuklar, kadınlar, öğretmenler şehit edilmiştir. Bunların hepsini biz yaşadık. Öyle bir noktaya geldik ki aynı ailenin iki çocuğundan birisi nerede askerde teröre kurşun sıkıyor, bir diğeri de dağda o da karşıdan kurşun atıyor. Bu Türkiye'nin kara tarihidir, yazısıdır. Bunu bu hale getirenler elbette büyük sorumluluk taşıyorlar. Öcalan 99 yılında yakalanarak Türkiye'ye getirildi ve şu anda 25 yıldır müebbet ağır hapse mahkum birisi olarak İmral'da bulunuyor. Zaman içerisinde bu sürecin sona erdirilmesi, yani terörün sona erdirilmesi konusunda çok büyük çalışmalar oldu. İyi niyetli gayretler oldu ama terör örgütünün ihanetiyle karşılaştık. Onlar kanın devam etmesi ve çeşitli taleplerinin yerine getirilmesi şartını ortaya koydular. Bütün bunları bir kenara koyarak söylüyorum. Öcalan'ın İstanbul'da okunan açıklamaları çok önemlidir. Bunu olumlu bir başlangıç olarak da kabul edebiliriz. Ama Anadolu'da bir tabir vardır. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yermiş.
Bugüne kadar ki olanlardan farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü şartlar değişti. Örgüt içinde, bölgemiz içinde, Türkiye içinde, Türkiye içerisindeki demokratik şartların değişimi içerisinde, Suriye'nin karşılaştığı olaylarla, Irak bölgesinde yaşanan olaylarla, konjonktürün çok farklı bir şekilde evrildiğini görüyoruz. Bu takdirde örgütün kendini lağvetmesi, silahını bırakması çok olumlu bir adım olacaktır. Şimdi Öcalan çok açık ifadelerle, bildiriyi de yanıma aldığım için değerlendireceğim ayrıca. Orada artık ben sizi fesh ediyorum. Siz de kongrenizi toplayın. Çünkü bugüne kadar takip ettiğimiz politikalar netice vermemiştir taleplerimiz netice vermemiştir. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırarak taleplerimizi ancak demokratik yollarla elde edebiliriz gibi bir hüküm cümlesi kurmuştur. Bunun karşılığında örgüt ne diyecek? Bunu merakla bekliyoruz.
Deneyimli bir siyasetçi olarak sizce PKK silahı bırakır mı?
Şimdi Türkiye içerisinde esasen örgüt artık güçlü değildir. Örgüt hem eleman kaybetmiştir ki artık sayıları çok azalmıştır. Hem de silahlı gücünü kaybetmiştir. Ama örgüt bütün gücünü artık Türkiye dışındaki yeni oluşumlara bırakmıştır. Dolayısıyla biz Türkiye içerisinde silah bırakmayı veya Türkiye'ye yönelik silahlı eylem yapmama kararını büyük bir ölçüde bekliyoruz. Yani mutlaka yapacaklardır. Ama Suriye'de, Irak'ta yeni yapılanmalar içerisinde biz gücümüzü halen muhafaza edeceğiz diye bir karar alırlarsa bu tabii beklediğimiz bir karar değil. Veyahut da en azından ümit ettiğimiz bir karar olmaz. Çünkü bu sorunun birlikte çözülmesi lazım. İkincisi tabii örgüt buna tek başına karar verebilir mi ondan emin değilim. Bazı ülkeler veya bazı örgütler aynı zamanda bu işi birlikte götürüyorlar. Dolayısıyla onları da etkileyebilecek bir mekanizmanın olması gerekli. Bunu bekleyerek göreceğiz. Yani Kandil'de konuşlu bulunan örgütün ana kademesinden henüz bir cevap geldiğini düşünmüyorum. Ama tek tek bundan önceki açıklamalarında Cemil Bayık'ın açıklamalarına bakarsanız, Karayılan'ınkine bakarsanız, Karasu'ya bakarsanız bunlar da her biri kendilerini lider olarak görüyor.
Yani bu sözlerin karşılığının olumlu olmayacağı yönünde. Ama bu kadar ağır bir bildiri karşısında takınacakları tavır çok önemli. Çünkü Öcalan bu örgütün kurucusu ve hala önder sıfatını taşıyan lideridir. Bu onların ifadeleri. Biz bundan hiçbirisini kabul etmiyoruz. Çünkü terör örgütü olarak kabul ettiğimiz bir örgütün başındaki yöneticilere de bir sıfat bulmamıza gerek yok. Ben sonuçtan ümitliyim, ümitli olmaya mecburuz çünkü. Yani 40 yıl sonra bugüne kadar atılan adımlardan elbette bazı sonuçlar çıkmıştır ama kesin olarak örgütün lağvedilmesi ve kesin olarak silah bırakılması eğer gerçekleşirse bu çok büyük bir başarı olacak.
Peki, diyelim ki PKK kongresini yaptı, çağrıya uyudu ondan sonra mesela Türkiye'nin içinde devlet ya da hükümet, yani Kürtler için siyasi demokrasi ya da yasal bir zeminde hangi adımlar atmak için hazır?
Yeni hiçbir şey söylemiyorlar, söylenmiyor. Ben şu anda resmi bir görev taşımıyorum ama bu konuya ilgi duyan bir insan olarak şüphesiz hem Milliyetçi Hareket Partisi'nin böyle çok iddialı bir sözle başlattığı bu sürecin önünde, arkasında, içinde, dışında ne var ne yok diye sorduğunda çok fazla bir şey olmadığını gördüm. Ama yapılan görüşmelerle hem İmralı'ya gidişler, hem DEM ekibinin gelip buralarda bazı ziyaretler yapması, birtakım şeylerin Türkiye'deki bütün siyasi partilerle hemen hemen görüşülmesi herhalde olumlu bazı gelişmelerin de olabileceğini gösteriyor. Ama şunu ifade edeyim, ben Türkiye'deki bu demokratikleşme adımlarının hepsinin ya içinde oldum ya önünde oldum. Dolayısıyla Türkiye'de yaşayan Kürt kardeşlerimizin, bütün haklarının yani ana dil başta olmak üzere şüphesiz anayasadaki tanımının dışında kendilerine fazlasıyla ikram edildiğini, verildiğini, ikram edildi kelimesi fazla olur, yanlış olur.
Bu zaten anayasal bir haktır biz bu Türkiye'de yaşanan olarak hiçbirimiz birbirinden farklı değiliz. Yani bütün hakları derken mesela ben TRT'den sorumluydum. TRT'de önce Şeş, şimdi Kürdi ismiyle bir televizyon kanalımız var ve bu 2007'den, 2008'den itibaren yayınlarını devam ediyor. Biz bunu bir propaganda aracı olarak değil, Kürt kardeşlerimizin aile programları içerisinde kendisini bulabileceği, kültürünü yaşatabileceği bir program olarak düzenledik. Eskiden Kürtçe konuşma çok mümkün değildi. Yani annesi evladıyla bile cezaevindeki görüşmeler sırasında Kürtçe konuşamıyordu. Diyarbakır cezaevinde yaşananları büyük ve ayıp olarak hatırlıyoruz. Bunların hepsinden zaman içerisinde bir sanki sessiz devrim gibi olaylar yaşandı. Bunları sırasıyla anlatabilirim.
Sizin de anlattığınız gibi herkesin de bildiği gibi geçmişteki barış sürecinde sizin çok büyük bir rolünüz vardı. Çok aktif bir şekilde sürecin içindeydiniz Oslo’da PKK ile görüşmelerde, siyasi görüşmelerinden tutalım diğer görüşmelere kadar sizce şu andaki süreç ile o zaman yürütülen süreç arasındaki fark nedir?
Çok farklı. O zamanki süreç, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın bazı çalışmaları sonucunda temas kurulmasıyla olmuştu. Sonradan hükümet işin içerisine doğrudan girmedi ama gidiş gelişleri, okunanları, burayla olan irtibatları sadece kolaylaştırdı yani istihbarat ve akil insanlar eliyle yürütülen bir süreci biz götüremeye çalıştık ve bu süreç içerisinde silahlı eylem kalmadı. Ama örgüt bunu istismar etti, ayrıca silahlandı, kendi silahlı birliklerini kurdu ve sonunda Türkiye'de çok kötü olaylar yaşandı. Şimdi sonucu başarısızlıkla sonuçlandı. Ama o süreç içerisinde insanlar eylemlerden yani silahlı eylemlerden kurtuldukları için çok da özgürleştiler. Onun tadını da aldılar. İnşallah daha iyi süreçlerde bu sonuca ulaşırız ve sonunda kökten halledilen bir mesele olur diye düşündüler. Şimdi o zaman tabii mecliste yakından takip etti ama mecliste bir komisyon kurulmadı. Bu sefer bunların hiçbirisine ihtiyaç kalmadan, hiç beklemediğimiz bir şekilde Bahçeli işte İmralı'dan çıksın gelsin mecliste DEM grubunda konuşma yapsın diye ayrıca söyledi. Bu hepimize bir şaşkınlığa yol açtı. Kendi MHP grubu da dahil olmak üzere. Çünkü bu çok iddialı bir söz ve yerine getirilmesi de mümkün değil. Yani İmralı'da özel güvenlikli bir cezaevinde bulunan kişi elini konulu sallaya sallaya meclise gelecek. Hiç gelmesi mümkün değil. Ve mecliste üstelik bir partinin grubunda konuşacak.
Peki, Devlet Bahçeli gibi bir siyasetçi öyle altyapısı olmadan böyle bir şey der mi?
Biz de ona yorduk. Vardır bir bildiği dedik. Bildiğinin arkasından da işte dünkü bildiri çıktı ama tabii kendisi olmadan sadece bir görüntüsüyle kendi sesinden belki de bir bildiri okunmuş oldu. Yapay zeka mı kullanıldı neyse orasında değilim. Okunan bildiri olumludur. Meydana getirilen mizansen de çok önemlidir. Önemli olan bundan sonraki adımların ne olacağıdır. O yüzden yani suyun derinliğini görmeden paçaları sıvayıp içine girmek de doğru değil. Bu taraf dediğini yaptı. Şimdi bu tarafın ne yapacağı takip edilmesi lazım. Ben ümit ediyorum ki büyük ölçüde tamam Türkiye ile ilgili bütün operasyonları biz kapattık ve artık bu ismiyle o kurulan bir örgütü de lağvettik diyebilirler. Ama Türkiye dışındaki örgütlenmelerinin veya varlıklarının ne olacağı konusunda bizim gelişmelerden haberdar olmamız lazım.
Peki, Türkiye geçtiğimiz yıllarda devam eden süreçte Kürtler yönelik bir takım sözler verdi. Bu süreçte de eğer olumlu neticeye ulaşırsa aynı sözleri verir mi?
Vereceklerini verdi. Bundan sonraki aşamaları devlet, hükümet, Cumhurbaşkanlığımız tayin eder. Ancak böyle bir vaat yok. Karşı taraftan da böyle bir beklenti yok. Dünkü bildiriyi okursanız bugüne kadarki taleplerimizin karşılıksız gerçekleşemeyeceği görülmüştür. Gerçekleşmesi ancak demokratik toplumla mümkündür. Burada devlete düşen görev var. Yani demokratik toplumun şartlarında bir eksiklik varsa bunu devlet yerine getirir. Mesela ifade özgürlüğü konusunda bir sıkıntı varsa bunun yerine getirilmesi lazım. Dil meselesinde sadece ana dilin resmi dil olarak, yani Kürtçenin resmi dil olarak kullanılması konusu bugün kabul edilmiş değil. Kabul edilmesi de mümkün değil. Eğitim konusunda zaten okullarda seçmeli ders haline de geldi. Herkes kendi dilinde eğitim verecek kurslar vesaireler açabilir. Ama okullarda eğitim dili olarak Türkçe'nin yanında mümkün değil. Yani bunlar çok tartışıldığı için kısa yoldan gidelim. Böyle bir talep de yok. Özellikle halkın böyle bir talebi yok. Biz siyasi taleplerle bugüne kadar karşılaştık. DEM’di, DTP'ydi, HADEP'ti, HDP'ydi. Yani alfabede harf kalmadı ki bu partiler yeniden kurulmuş olsun. Bunların zaman zaman dile getirdikleri şeylerdi. Artık böyle bir talepler gündeme de gelmiyor. Ama kendilerini, kimliklerini ifade etme konusunda, konuşmaları konusunda, propagandaları konusunda mahrum kaldığımız bazı gerçekler var deniyorsa, bunların makul olanlarını devlet karşılar. Ama ayrı kimlik, ayrı statü konularında böyle bir...
Kültürel hakları kast ediyorum.
Ama işte Öcalan kültürel haklar konusundaki taleplerden de vazgeçin diyor. Cümleyi ben öyle anladım. Yani kağıt yanımda siz de de varsa söylersiniz. Onlar da gerçeği gördüler. Şimdi bütün mesele, bu haklar, şunlar bunlardan ziyade silah bırakın ve kendinizi feshetin noktasında. Tek atımlık barut. Söyledi, karşı taraf ne yapacak bunu bekliyoruz. Arka planında A, B, C planları veya önü arkası diye bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. Bu Bahçeli için de böyle.
Süreç ilerliyor, öte yandan da kayyımlar atanıyor bir de tutuklamalar oluyor. Bunların süreç üzerinde olumsuz bir etkisi olur mu?
Olsa bu bildiri çıkmazdı. Karşı taraf için bunu iddia eder etmez onların sorunu değil ki bu. Bakın bu kayyım meselesine en başta karşı çıkan bendim. 6-7 sene evvelde Ahmet Türk görevden alındığı zaman kayyıma karşı çıktım. Bunlar çok yanlış dediler. Çünkü Kürt kardeşlerimizin şöyle bir şikayeti var. Bu bir propagandadır ama karşılığını buluyor. Diyorlar ki biz milletvekili seçiyoruz, siz partisini kapatıyorsunuz, kendisini de hapsediyorsunuz. Biz belediye başkanı seçiyoruz, siz görevden alıyorsunuz, başına kayyım atıyorsunuz. Biz nerede siyaset yapacağız? Bunun doğruluk payı da var ama içinde başka yanlışlık payları da var. Elbette bizim seçilmiş insanların hukukunu korumamız şarttır. Ama kanun da diyor ki, yani bir mahkeme kararı hüküm vermişse, geçici olarak görevden uzaklaştırılır, yerine bir kayyım atanır. Bu bazen vali olur, bazen kaymakam olur vs.
Şimdi bir Hakkâri örneğini vereyim son seçimlerle ilgili olarak. Seçimden birkaç sene önce belki on sene diyenler de var. Hakkında dava açılmış, dava karar aşamasına gelmiş bu arkadaş tekrar aday gösterilmiş DEM Parti tarafından. Yani ceza alacağı savcının mütalaasından filan belli. Şimdi bunu görevden almak kanun gereği devletin hakkı, efendim sen nasıl alırsın? Kardeşim siz hakkında hüküm olmayan veya hakkında yargılama olmayan başka bir insanı niçin aday göstermiyorsunuz? Adamın evine hırsız girmiş. Feryad ediyor, evime hırsız girdi. Kapı açık, baca açık, kapıda kilit yok, pencere açık falan. İşte kızmışlar falan. Adam da demiş ya hırsızın hiç mi kabahati yok? Ne kadar uydu bilmiyorum. Ama sen bunu ısrarla aday gösteriyorsun. Başka bir aday göster. Bakın Sayın Cumhurbaşkanımız da ben bu konuları konuştuğumuz zaman dedi ki terörle irtibatı olmayan, herhangi bir yargılaması olmayan kim aday olursa hiçbirisi hakkında kayyım ataması yapmayacağız. Bizzat bana söyledi, ben de bunu muhataplarıma söyledim. Diyelim ki şimdi Diyarbakır'daki belediye başkanları yerlerinden alınıp haklarında kayyım ataması oldu mu? Olmadı. Oraya demek ki iyi aday göstermişler. İyi aday dediğim sabıkası olmayan veya örgütle irtibatı olmayan, iltisaklı olmayan. Ama bir başka yer için ben bunu söyleyemiyorum. Zeydan hakkında biliyorsunuz Van'da. Önce görevden aldılar, sonra Yüksek Seçim Kurulu hayır dedi. Çünkü hakkında verilmiş bir karar veya Yargıtay'dan onanmış bir karar yoktu. Şimdi Yargıtay'dan sanıyorum onama çıktı. Onun durumu hakkında tartışmalar başladı. Yani şuna dikkat etmemiz lazım. Kayyım atamaları demokratik ölçüler içerisinde seçilmiş bir insanı görevden almak gibi görülüyor. Ama bir hüküm sebebiyle alınıyorsa bunun bir altyapısı var demektir. Burada tartışılan konu aslında. Bunu alıyorsunuz ama kayyım atıyorsunuz. Yani dışarıdan bir mülki amir atıyorsunuz. Öyle yapmayın. Eski kanunda olduğu gibi belediye meclisi içerisinden birisini seçsinler. O da tekrar vekil olarak devam etsin. Bunun üzerinde bir kanun teklifi var. Ama hükümetimiz veya devletimiz, cumhurbaşkanımız bu konuda herhalde tavrını henüz koymadı. Bu tartışılabilir bir konu.
Rûdaw: Az önce anayasadan kısa bir şekilde bahsettik. Eğer PKK silah bırakırsa ve Siyasetin önünde acaba anayasa değişikliği olabileceğin ihtimali daha yüksek olabilir mi? Özellikle ilk dört madde meselesi, vatandaşlık tanımı meselesi.
Evet diyemem. Bu konuda ümitli değilim. Yani Sayın Cumhurbaşkanımızın açıklamalarına bakarsak, Bahçeli'nin açıklamalarına bakarsak veya bu konudaki yetkililerin açıklamalarına bakarsak böyle bir şey yok. Ama nasıl Bahçeli'nin bu konudaki açıklaması hiç beklenmedik bir şekilde hepimizi şaşkınlığa uğrattıysa, bundan sonraki gelecekler konusunda, olabilecekler konusunda doğrusu hiçbir şey söyleyemiyorum.
Anayasadaki "Türk devletine vatandaşık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür" tanımının çıkartılması ya da herhangi bir ırka hitap etmemesi şeklinde bir tartışma var. Bu tanım değir mi?
Bu konuda külliyenin olumlu düşündüğünü zannetmiyorum. Oradan yapılan açıklamalar böyle bir tartışmayı kesinlikle reddediyor. Ben sadece bunu size söylemiş olayım.
Peki anayasanın değişebileceği konular nedir bu konuyla ilgili?
Anayasanın değişilecek tarafı yok artık. Anayasa değişe değişe tanınmaz hale geldi. Yeni bir anayasa yapmak lazım.
Yeni anayasada olup da mevcut anayasa olmayan neler olabilir?
Şimdi bugünkü beklentilere bakarak bu soruların cevabını hiç kimse veremez. Yani Öcalan böyle söyledi, örgüt ne söyleyecek? Örgüt şunları şunları şunları talep ederse talep edemez. Etmemesi lazım. Dünkü bildiri "Size emrediyorum, bunu ben kurdum, size talimat veriyorum. Kongrenizi toplayın, örgütünüzü feshedin, silahlarınızı bırakın. Bunun zamanı geçti eskiden de isyanlar olurdu, devlet bastırırdı. Ben bu en uzun süren 40 yıllık isyanı ben sona erdiriyorum, ben kurucusuyum" diyen bir irade var. Buna karşılık buradakilerin ne yapacağına bakacağız. Onların da efendim şu da olsaydı keşke, bu da olsaydı deme hakları yok. Böyle bir hakları yok. Biz bunu Türkiye'nin kendi içinde konuşuruz.
Diyelim ki PKK silah bıraktı. Siz deneyimli bir siyasetçi olarak yani PKK'den sonra yeni bir silahlı örgütün ortaya çıkacağını tahmin edebiliyor musun? Öyle bir şey olabilir mi?
Silahlı örgüt sadece PKK olsa iyi. Türkiye'yi ilgilendiren yönüyle bakıyoruz olaya. Türkiye içerisinde de başka silahlı örgütler de var. Bunlar tabii bu etnik meseleyi kaşıyan örgütler vesaire değil. Daha çok aşırı sol tandanslı veya başka örgütlerle irtibatlı olanlar, onlar da zaten nefes alamaz hale geldi Türkiye açısından. Mesela DEAŞ Türkiye için de büyük bir tehlikedir. Her gün Türkiye'de operasyonlar yapılıyor. DEAŞ'la irtibatlı, iltisaklı insanlar yakalanıyor. En son bazı baskınlarda da onların izleri görüldü. Yani DEAŞ de bizim gözümüzde büyük bir terör örgütüdür. Ona karşı da tedbirlerimiz var. Ama bugün konuştuğumuz konu spesifik olarak Öcalan'ın kendi kurduğu örgüte yani PKK, siz PEKEKE diyorsunuz genelde de, arasında fark yok bu konuda. Yani ben senin artık lağvolmanı istiyorum demesidir. Karşı tarafın bugüne kadar böyle siyasi taleplerini biz zaten karşılamamıştık.
Son sorum şu olur. Mustafa Kemal de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye hem Kürtlerin hem Türklerin devletidir diyor. Sizce artık bu süreçten sonra eğer yeni bir anayasa yazılırsa içinde Kürtlere dair bir tanım olabilecek mi?
Bilmiyorum.
Ama sözde denilmiş Türkiye hem Kürtlerin hem Türklerin devletidir.
Bunların hepsi yani cumhuriyeti kuran irade müşterektir. Kürtleri ben çok seviyorum, onlar da beni çok seviyorlar. Ama realiteyi konuşmamız lazım. Yani bugün birileri Şeyh Said isyanı diline bağlıyor, birileri Dersim isyanını diline bağlıyor. Halbuki Türkiye'de isyanlar çok oldu. Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de. Bunları bir tarafa koyalım. Şeyh Said İsyanı bir kıyam hareketi olarak kendini tanıttı. Diğer konularda farklı şeyler söyleyebiliriz. Ama Cumhuriyet'i birlikte kurduk. Kürtler demokratikleşme konusunda kendilerini seven insanları hep başlarında tuttular. Bunların içerisinde yerine göre Menderes vardır, yerine göre Özal vardır, yerine göre Erbakan vardır. Ama en çok sevdikleri de Recep Tayyip Erdoğan oldu. 2014'te Recep Tayyip Erdoğan'a Cumhurbaşkanlığı konusunda oy verdiler. Yüzde 70'lerin üzerinde biz bu bölgelerde oy aldık. Kabahat bizdedir belki, oylarımız çok azaldı. Ama kavmiyetçilik ateşiyle maalesef yeni kurulan partiler bizim de hatalarımızı bahane ederek daha çok oy almaya başladılar. Şu anda bazı yerlerde DEM'den sonra ikinci parti de biziz zaten. Aramızda da çok fark kalmadı. Artık Kürtler İstanbul'da en çok nüfusa sahip olanlar haline geldi. İç içe geçtik. Kardeşiz, dostuz. Kardeşiz diyorsunuz ama haklarımızı vermiyorsunuz. Benim dönemimde de ne varsa verdik. Bunları da inşallah belki içeride tek tek sayarız. Bunu şunun için söylüyorum. Haklı olan talepler demokratik ortamlarda, cumhuriyet bütünlüğü içerisinde, üniter yapı içerisinde hep konuşulacak. İstenen talepler, belki makul olanlar yerine getirilecek. Ama sinir uçlarıyla oynayan Türkiye'de büyük tartışmalara yol açan işlerle vakit kaybetmemek lazım.