Karadoğan: Türkiye, Öcalan vasıtasıyla Suriye’de Kürtlerin statü sahibi olmaması için bastırıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen Irak ve Suriye tezkeresi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi görev süresini üç yıl daha uzattı. Bu konuyu gündeme alan Serbest gazeteci ve yazar Yaşar Karadoğan, bu kararın “milli güvenlik” gerekçelerinin ötesinde, Kürtlerin bölgesel statüsüzlüğünü koruma amacı taşıdığını savundu. Karadoğan’a göre “Tezkerenin kodları okunduğunda hedefin Kürtler olduğu” açık.

'Kürt federe bölgesinin Türkiye’de bir türlü hazmedilmediği ortada.PKK vasıtasıyla Irak’taki bu Kürt varlığı 1982’den beri sürekli bombalanıyor. PKK’nin fiili saldırılarının yanısıra, Kürt federe bölgesindeki varlığı Türkiye içn bir fırsat oluşturuyor.
Öyle ki emekli rütbeli askerlerden, Türkeş’in kızına kadar PKK’nin sunduğu bu fırsata atıfta bulunularak, sık sık ‘PKK’nin silah bırakması’ndan duyulan rahatsızlık dile getiriliyor.'
“DAEŞ ya da bilinen ismiyle İŞİD’e karşı Türkiye’nin herhangi bir mücadele yapmadığı biliniyor. Fakat tezkereye ilginç bir şekilde DAEŞ-İŞİD de eklenmiş. Herhalde bununla ABD’ye, DAEŞ-İŞİD ile mücadelede ortak gördüğü SDG’den bu rolün alınıp Türkiye’ye verilmesi görevine talip olunduğu duyuruluyor.”
Yazara göre, tezkere Kürtlerin statü arayışına bir karşı hamle niteliğinde:
“PKK silah bıraktığına göre Irak’tan Türkiye’ye yönelik bir tehdit kalmamış olması gerekmiyor mu? Kürt federe bölgesinin Türkiye’de bir türlü hazmedilmediği ortada.”
‘Afrin işgali Kürtlerin statüsüzlüğünü derinleştirdi’
Karadoğan, Suriye’deki Kürt bölgelerine yönelik operasyonların “güvenlik” gerekçesiyle açıklanamayacağını belirtiyor:
“Suriye’de de PKK-YPG varlığı gerekçe gösterilerek Kürtlerin yaşadığı bölgeler boşaltıldı, yerine Arap nüfus yerleştirildi. Afrin 2017 yılında işgal edildi. Sonuçta Afrin bir Kürt bölgesi halinden çıkmakla kalmadı, Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye yerleşti.”
Yazar, bu sürecin Kürtlerin statüsüzlüğünü derinleştirdiğini ve PKK’nin Ankara’nın çıkarına çalışan bir araç haline geldiğini söylüyor:
“PKK-YPG’nin sözümona tehdidi Türkiye’nin anti-Kürt politikası için büyük bir nimet oldu. PKK eliyle nasıl Kürt federe bölgesi destabilize edildiyse, aynı kaderi bugün Suriye işgali altındaki Kürtler de yaşıyor.”
‘HTŞ Türkiye’nin client state projesidir’
Karadoğan’a göre, Türkiye’nin Suriye’deki vekil yapılanması niteliğindeki HTŞ (Heyet Tahrir eş-Şam) üzerinden yürüttüğü yeni denklemin hedefinde yine Kürtler bulunuyor:
“HTŞ’nin DAEŞ’ten aşağı kalır yanı olmadığı biliniyor. Ama Suriye’nin başına ‘uluslararası mutabakatla’ atanan HTŞ lideri Ahmet Şara yönetimi, Türkiye’nin yardımıyla Kürtleri ve meşru haklarını görmezden geliyor. Türkiye, HTŞ vasıtasıyla Suriye’de bir ‘client state’ yaratmak istiyor.”
Yazara göre, tezkerenin en önemli işlevlerinden biri de DSG ve Kürtlerin hizaya getirilmesi:
“Kürtlerin meşru kolektif hakları Suriye’nin istikrarı önünde bir engel değildir. Aksine Kürtlerin ve diğer kesimlerin haklarının kabul edilmemesi istikrarsızlığa yol açar.”
‘Öcalan faktörü: Kürtlerin statüsüzlüğünde yeni bir imtihan’
Karadoğan’a göre Suriye sahasında yaşanan son gelişmeler, Kürtlerin siyasi statüsüzlüğünü kalıcı hale getirme sürecine dönüşmüş durumda:
“Kürtlerin verdiği bu büyük kayıpların Kürtlere ne kazandırdığı henüz belli değil. ENKS ile bir protokol imzalayan PYD, bunu hayata geçirmek konusunda çok ısrarcı değil. Ancak HTŞ ile imzaladığı Suriye’ye entegrasyon protokolünü, Türkiye’nin tazyiki altında uygulamaya çalışıyor.”
Yazar, Türkiye’nin Öcalan üzerinden Suriye Kürtleri üzerinde nüfuz kurma arayışına dikkat çekiyor:
“Türkiye, Abdullah Öcalan vasıtasıyla Suriye’de Kürtlerin bir statü sahibi olmaması için bastırıyor. Bu, PKK, PYD ve genel olarak Kürtler üzerindeki etkisini test etmek için Öcalan açısından da bir imtihan.”
Karadoğan, bu durumun Kürt kamuoyunda şaşkınlık yarattığını belirtiyor:
“Öcalan’a ‘Sayın’ demenin suç sayıldığı günlerden, Bahçeli’nin Öcalan’dan ‘Kurucu önder’ diye bahsettiği günlere gelindi. Kürtler bunu şaşkınlıkla izliyor.”
Yazara göre, bu tablo PKK-DEM tabanında homurdanmalara yol açıyor ve hatta bir kırılmanın habercisi olabilir:
“Kürtlerin statüsüzlüğü konusunda en küçük bir adım atılmamış olması, tabanda hoşnutsuzluk yaratıyor. PKK’nin ‘Kuzey Suriye’ dediği Kürdistan’ın Güneybatısında yaşananlar, Kürtler arasında endişeyle izleniyor. Oradaki statüsüzlüğün devamı, Öcalan’a rağmen bir kırılmaya neden olabilir.”
Karadoğan bu noktada KCK yöneticilerinden Xebat Andok’un açıklamasına yer veriyor:
“Önderlik, Türk devletine kendisini kullandırtmaz ama Türk devletinin yaklaşımı Önderlik üzerinden Hareket’i tasfiye etmektir. Bu mümkün değil.”
‘Takrir-i Sükun’un 21. yüzyıl versiyonu’
Karadoğan, tezkerenin tarihsel bir devamlılığa işaret ettiğini düşünüyor:
“Beka denince Türkiye’de devlet katında ilk akla gelen şey ‘Kürtlerin statüsü’ oluyor. Takrir-i Sükun, Tedip ve Tenkil’in 21. yüzyıldaki adı ‘Tezkere’ oluyor.”
Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki kalıcı askeri varlığını “güvenlik” başlığı altında meşrulaştırdığını belirten yazar, bunun Kürtlerin siyasal haklarını bastıran yeni bir doktrin haline geldiğini söylüyor:
“Artık Kürtler Türkiye ‘güvenlik ve terör’ derken, ‘Kürtlerin elimine edilmesini’, Kürtlerin bir statü sahibi olmamasını anlıyor.”
‘Kürtleri düşman görmek Türkiye’yi zayıflatır’
Karadoğan’a göre, tezkere yalnızca dış politika adımı değil, aynı zamanda iç siyasette de bir kırılma göstergesi:
“AKP zamanla panislamist-pantürkist politikalara teslim oldu. Bu durum Kürtlerden alacağı oyu azaltıp, Kemalistleri Kürdistan’da yeniden güçlendirebilir.”
Yazar, bu tezkerenin “çözüm süreci” ve “müzakere” kavramlarını tamamen sona erdirdiğini vurguluyor:
“Bahçeli’nin düdük sesiyle başlayan ve Kürtlerin ‘süreç’ diyerek büyük anlamlar yüklediği şey, bu tezkereyle sıfırlandı. Artık ortada ne bir süreç ne bir müzakere var.”
Son olarak Karadoğan, Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiasını ancak Kürtlerle barışarak sürdürebileceğini ifade ediyor:
“Türkiye, Kürtlerin statü sahibi olmasından dolayı bu paranoyak politikadan kurtulmadıkça arzuladığı küresel güç olma hedefine ulaşamaz. Kürtleri düşman görmek yerine dost edinme politikası Türkiye’ye kazandırır.”