Kürt Siyasetinde Yeni Eksen: Erbil’den Kamışlo’ya Sessiz Diziliş

Irak Kürdistanı’ndaki siyasi tıkanıklık, Rojava Kürtlerinin dirençli duruşu ve Ankara’nın yeni hesapları; Kürt siyasetinde sessiz ama derin bir dönüşümü beraberinde getiriyor. Bölgesel denklem yeniden kurulup, İsrail’den Washington’a uzanan güç oyunları sürerken Kürtler, bir kez daha kendi yol haritalarını yazmanın eşiğinde. Ancak bu süreçte önlerinde çok ciddi engeller var ve Kürtlerin bu engelleri aşacak politik olgunluğa sahip olup olmadıkları hala muğlak bir realite.

Kürt Siyasetinde Yeni Eksen: Erbil’den Kamışlo’ya Sessiz Diziliş

KRDnews -  Ekim 2024’te yapılan Kürdistan parlamento seçimleri üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, yeni hükümet hâlâ kurulamadı. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki anlaşmazlık, yalnızca iç yönetim krizine değil, bölgesel politikada da güç boşluğuna yol açtı.

KDP, Erbil merkezli yönetimi koruma çabasında kararlılığını sürdürürken; Süleymaniye ekseninde güçlenen KYB, Bağdat ve Tahran ile daha yakın ilişkiler kurmayı tercih ediyor. Bu tablo, Kürt siyasetinde uzun süredir var olan Erbil–Süleymaniye ikiliğini daha da keskinleştirdi.

Irak genel seçimlerinin yaklaşması, Kürdistan Bölgesi içindeki dengeleri daha da kırılgan hale getiriyor. Seçimlerin ertelenmesi ya da sonuçsuz kalması durumunda, bölgesel meşruiyet sorunu büyüyebilir. Ancak tüm bu tıkanıklığa rağmen, Kürdistan Bölgesi ekonomik ve diplomatik olarak giderek bölgenin yükselen değeri haline geliyor.

Seçimlerin belirsizlikleri, içeride daha fazla koalisyoncu siyaset anlamına gelirken, dışarıda Erbil’in “oyun kurucu” rolünü güçlendirdi. Bu ortamda Mesut Barzani, Neçirvan Barzani ve Mesrur Barzani ekonomik işbirlikleri ve uluslararası tanınırlık üzerinden bölgenin “değerini” artırmaya çalışıyor; enerji, lojistik ve yatırım alanları bu stratejinin merkezinde.

Rojava’da direnişin kalıcılığı

Suriye’nin kuzeyinde, Rojava Kürtleri tüm baskılara rağmen varlıklarını korumakta kararlı. On yıldan uzun süredir savaş ve diplomasi sahnesinde hayatta kalma becerisi göstermekle kalmadılar, örgütlenme düzeyi, bürokratik deneyimi ve yerel meşruiyeti, onları yalnızca askeri bir aktör olmaktan çıkarıp bölgesel bir siyasi oyuncu hâline getirdi.

Rojava’nın direnci sadece askeri açıdan değil, toplumsal ve kültürel alanda da güçlendi: Yerel yönetimler, eğitim ve sağlık hizmetleri, kadının siyasetteki rolleri gibi alanlarda inşa edilen kurumlar, halkla ilişkiyi güçlendiriyor. Bu, kısa vadede siyasi pazarlık gücünü artırırken, uzun vadede kimlik temelli beklentileri canlı tutuyor.

Rojava'da farklı politik eksene sahip olan PYD ve ENKS arasında dış güçlere karşı birlikte hareket etme kararlılığı da pozitif bir havanın oluşmasına zemin hazırladı. Şam ile yürütülen müzakereler, ABD’nin çekilme sinyalleri ve Türkiye’nin operasyon tehditleri arasında, Demokratik Suriye Güçleri (DSG) denge siyasetiyle ayakta kalmayı başarıyor.

Rojava yönetimi, adem-i merkeziyetçi bir Suriye hedefinden vazgeçmeden, hem Şam’la diyaloğu hem de bölgesel meşruiyet arayışını sürdürüyor.

Mazlum Abdi’nin “birleşik ama özgür Suriye” vurgusu, sadece askeri değil, siyasi olgunluğun da göstergesi.

Türkiye’nin stratejisi: Kontrol, denge, caydırıcılık

Erdoğan liderliğindeki Ankara, Kürtlerin bağımsız bir güç olarak bölgesel siyasette öne çıkmasını uzun süredir güvenlik riski olarak görüyor. Ancak son dönemdeki söylem değişikliği, Türkiye’nin yöntemsel bir revizyon içinde olduğuna işaret ediyor.

Ankara artık doğrudan çatışma yerine, entegrasyon, denge ve baskı unsurlarını bir arada kullanıyor.

Suriye Demokratik Güçleri’nin (DSG) Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda “şartlı kabul” sinyali verilmesi, bu yeni yaklaşımın somut göstergesi.

Türkiye bir yandan Rojava’nın askeri gücünü sınırlamak isterken, diğer yandan Kürdistan Bölgesi üzerinden bölgesel ekonomik ilişkilerini güçlendirerek yumuşak bir nüfuz alanı kurmayı hedefliyor.

Uzun süre PKK ve YPG'ye karşı sert bir güvenlik odaklı politika izleyen Türkiye, son dönemde, özellikle sahadaki gelişmeler ve uluslararası baskılar sonucu, daha pragmatik bir yaklaşımı tercih etmeye başladı. Kırmızı çizgilerin korunması ancak yöntemlerde esneklik ön plana çıktı.

Türkiye’nin Kürt odaklı temel stratejisi şu üç noktada özetlenebilir: (1) sınır güvenliğini korumak, (2) herhangi bir fiili özerkliği kırmak ya da kontrol altına almak, (3) bölgesel nüfuzunu koruyarak diplomatik alanı genişletmek. Erdoğan’ın son ifadeleri ve hükümet kanadının açıklamaları bu pragmatik çizgiyi teyit ediyor.

İsrail etkisi: Kuzey cephesinde sessiz oyun

İsrail, uzun süredir Kürtlerle teması sürdüren az sayıdaki bölgesel aktörlerden biri. Tel Aviv açısından Kürtler, İran’ın ve Türkiye'nin bölgesel etkisini sınırlamada doğal bir denge unsuru olarak görülüyor.

İsrail’in Kürdistan'la tarihsel ve stratejik ilişki geçmişi uzun ve karmaşık; resmi bağlar sınırlı olsa da karşılıklı çıkarlar ve gayriresmî temalar hep var oldu. İsrail bazı dönemlerde kürt aktörlerle istihbarat, ticaret ve hatta diplomasi düzeyinde temas kurdu; bu ilişkiyi bölgesel rakipler (iran, türkiye, suriye) her zaman hassasiyetle izledi. İsrailli aktörlerin kürtlere yönelik söylemi ve diplomatik jestleri, batılı aktörlerin politik çıkarlarıyla örtüşme ya da ayrışma anlarında kürtler için bir yumuşak güç kaynağı işlevi görebilir.

Son dönemde Gazze savaşıyla birlikte dikkatler Filistin hattına kaymış olsa da, İsrail güvenlik kurumları “Kuzey Cephesi” olarak tanımladıkları Irak ve Suriye Kürt bölgelerini yakından izliyor.

KDP’nin geçmişteki temasları, KYB’nin Tahran’a yakın pozisyonu ve Rojava’daki dengeler, İsrail’in bu bölgelerdeki politik esnekliğini belirleyen başlıca unsurlar arasında.

Washington ve Avrupa: Pragmatik destek dönemi

ABD, Ukrayna ve Gazze krizleriyle birlikte Ortadoğu’daki askeri varlığını azaltma eğiliminde. Buna rağmen Kürtler, Washington’ın bölgesel stratejisinde hâlâ “istikrar unsuru” olarak konumlanıyor.

Avrupa ülkeleri ise DSG’nin Şam’la uzlaşması halinde, bölgedeki yeniden yapılanma süreçlerine daha aktif destek verme sinyali veriyor.

Ancak bu desteğin “devletsiz bir denge” anlayışına dayandığı açık: Batı, Kürtlerin bağımsızlığını değil, istikrar sağlayan bir özerkliği tercih ediyor.

Kürt siyasetinde bugün yaşanan tablo, parçalanmışlıktan çok, farklı coğrafyalarda şekillenen paralel stratejilerin toplamı gibi görünüyor. Erbil ekonomik gücüyle, Süleymaniye siyasi derinliğiyle, Rojava ise ideolojik direnciyle bu yeni eksenin üç ayağını oluşturuyor.

Kürtler, tarihsel olarak bölgesel baskılara rağmen siyasal manevra kabiliyetlerini koruyarak, kendi varlık alanlarını savunmayı sürdürüyor. Yeni dönem, bir “bağımsızlık hamlesi”nden çok, gerçekçi bir ulusal denge siyasetinin inşası olarak okunabilir.

Üçlü dengenin sağlanması kazanımları beraberinde getirir

Kürt siyasetinin önümüzdeki dönemde başarılı olması, üç ana koşula bağlı: (1) iç siyasi uzlaşı ve kurumsallaşma (KDP - KYB ve yeni aktörler arasında), (2) komşu devletlerle sürdürülebilir güvenlik-mekanizmaları (Türkiye, İran, Irak, Suriye) kurabilme, (3) uluslararası aktörlerle (ABD, AB, İsrail, Rusya) dengeli ilişkiler sürdürebilme. Bu üçlü denge sağlanabildiği ölçüde Kürdistan Bölgesi ve Rojava'nın hem özerkliklerinin sınırlarını koruma hem de uluslararası meşruiyet kazanma şansı artar.

Riskler ise net: Türkiye’den gelen askeri ve siyasi baskı; Bağdat ile mali-milli kaynaklar üzerinden yaşanabilecek krizler; İran ve Suriye kaynaklı diplomatik manevraların kısıtlayıcılığı. Ayrıca, israilli ilişkilerin açığa çıkması durumunda bölgesel karşı tepkiler hızlanabilir.

Kürtlerin stratejik seçenekleri: entegrasyon, özerklik modeli, ya da uluslararasılaşma

Kürt siyaseti için kısa ve net bir reçete yok; ancak önerilecek pratik yaklaşımlar şöyle:

  1. Kurumlaşma: partiler arası güç paylaşımı ve yargı, maliye gibi kurumlarda kurumsal reformlar; Bu, Erbil’in Bağdat karşısında pazarlık gücünü artırır.

  2. Merkezi devletlerle kontrollü entegrasyon (ör. Suriye’de orduya intibak),
  3. Stratejik sabır:Ani bağımsızlık hamleleri yerine uzun vadeli ekonomik ve diplomatik altyapı inşası; Bu, dış aktörlerin “kaygısını” azaltır.

  4. Geniş ama resmi olmayan özerklik modeli—günlük yönetimde serbestlik, dış ilişkilerde sınırlama,
  5. İletişim ve çeşitlendirme: İsrail'le temaslar dahil olmak üzere dış ilişkileri şeffaflaştırmak, olası provokasyonları azaltır ve bölgede daha geniş stratejik alan açar.

  6. Daha fazla uluslararasılaşma, yani güçlü diplomatik bağlar ve uluslararası kuruluşlar aracılığıyla korunma. Her bir seçenek farklı maliyet-fayda dengesi sunuyor; Rojava’nın sahadaki gücü ve Erbil’in diplomatik ağı, hangi seçeneğin daha makul olduğunu belirleyecek.

Kürtlerin tarihsel maneviyatı — direniş, adanmışlık, kimlik bilinci — modern diplomasi ve kurum inşasıyla birleştiğinde bölgesel bir aktör olarak kalıcılaşma şansını yükseltir. Bu süreç, kolay değil; ancak doğru stratejik uyumlarla Erbil’den Kamışlo’ya uzanan geniş coğrafyada kürt aktörler yalnızca hayatta kalmakla kalmayıp, bölgesel bir denge unsuru haline gelebilir.