Yapıcıoğlu: Türk'ün ne hakkı varsa, Kürt de aynısını istiyor, ne eksik ne fazla

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Rûdaw Türkçe YouTube kanalında yayımlanan Gel Anlat programında Rawin Sterk’in sorularını yanıtladı..

Yapıcıoğlu: Türk'ün ne hakkı varsa, Kürt de aynısını istiyor, ne eksik ne fazla

İran’daki Kürtlerin statüsü için yerel halkın kendi kararını vermesi gerektiğini, HÜDA PAR’ın bu karara saygı duyacağını belirten Yapıcıoğlu ancak “emperyal hesaplara karşı dikkatli olunmasını” önerdi.

Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünde silah ve şiddetin hak arama yöntemi olamayacağını vurgulayan HÜDA PAR lideri, Kürt meselesinin sadece güvenlik veya ekonomik sorun değil, siyasi, sosyal ve uluslararası boyutları olduğunu belirtti.

Hükümetin, meşru talepleri PKK’nin silah bırakmasına bağlamaması gerektiğini belirten Zekeriya Yapıcıoğlu, anayasal değişikliklerde etnik vurguların kaldırılmasını, eşit vatandaşlık tanımı ve ana dilde eğitimin temel hak olduğunu ifade etti.

Çözüm sürecinde hükümetle görüşmeler yaptıklarını, geçmiş hataların tekrarlanmaması gerektiğini söyledi.

Rojava’daki Kürtlerin kendi kararlarını özgürce alması gerektiğini belirten Yapıcıoğlu PYD’nin ideolojik dayatmalarına karşı çıktığını ve ABD’nin bölgeyi manipüle ettiğini belirtti.

Zekeriya Yapıcıoğlu, Öcalan’ın HÜDA PAR’ı “Kürtlerin MHP’si” olarak tanımlamasını ciddiye almadığını belirtti.

Zekeriya Yapıcıoğlu ile yapılan röportajdan öne çıkanlar şöyle.

Güncel konuyla başlamak istedik. İsrail ve İran arasında süren bir savaş var. Karşılıklı saldırılar devam ediyor. Siz Üdapar olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz, öngörünüz ne?

Zekeriya Yapıcıoğlu: Bismillahirrahmanirrahim. Ben öncelikle bu programın hayırlara vesile olmasını diliyorum. Biz başından beri şunu söylüyoruz. Aslında siyonizmi tanıyan herkesin kabul edeceği ve teslim edeceği bir şeydir ki siyonizm dünyanın en tehlikeli ırkçılık düşüncesidir ve pratiğidir aynı zamanda. Bu pratikle ve bu düşünceyle yani o siyonist felsefeyle, siyonist düşünceyle beslenen yapı İsrail denen terör örgütü, aslında devlet demek için de bin şahit lazım, sürekli saldırarak, çevresinde istikrarsızlık oluşturarak kendi hayatiyetini, kendi varlığını devam ettirmek istiyor.

Hatırlayın 7 Ekim 2023 tarihli Aksa Tufanı’ndan hemen sonra bölgeye Amerikan ve bazı Avrupa ülkelerin savaş gemileri yöneldiğinde Türkiye şu açıklama yapmıştı; “Asıl hedef Türkiye'dir”. İran da, “aslında hedefte olan İran'dır, bizi bu savaşın içerisinde çekmeye çalışıyorlar” diye açıklamalarda bulmuşlardı. Biz de o günü de söyledik; evet bunu yapmak gibi bir hedefleri vardır. Hedef hem İran'dır, hem Türkiye'dir, hem Irak'tır, hem Ürdün'dür. Bugün belki Ürdün, İran'dan atılan füzeleri kendi toprakları üzerinde düşürmek için siyonist terör rejimine yardım ediyor ama aslında Ürdün de hedeftir dedik.

Onların bir inancı vardır. Arz-ı Mevud dedikleri bir alan vardır ki bunun içerisinde Kürdistan Bölgesi’nin bütün toprakları da giriyor. İran'ın bir kısım, Türkiye'nin önemli bir kısmı, Suriye'nin tamamı, Ürdün ve Irak'ın da neredeyse tamamı bu Arz-ı Mevud dedikleri toprakların içerisinde. Ve o toprakların kendilerine Allah tarafından vaat edildiğine inanıyorlar. “O topraklarda biz hakimiyet koruyacağız” diyorlar. Bunu da gizlemiyorlar çok açık söylüyorlar.

Dolayısıyla bu bir zaman meselesidir, olup olmayacağı meselesi değil. Biz o gün de söyledik yani İran'a saldırı bir zaman meselesidir. Zamanın geldiğine inandıkları anda saldıracaklar. Bunun için herhangi bir bahaneye de ihtiyaçları yok. Saldırmayı düşündükleri anda saldıracaklar. Türkiye'yi de savaşın içerisine dahil etmeyi düşündükleri zaman geldiğinde bir şekilde Türkiye'yi de dahil edecekler.

İran'daki mevcut rejim çok baskıcı bir rejim. Özellikle Kürtler üzerinde çok ciddi bir baskı uyguladığını biliyoruz, görüyoruz. Her gün idamların yaşandığı da bir gerçek. Bununla ilgili sizin, özellikle Doğu Kürdistan'daki yani İran'daki Kürtlerin siyasal, sosyal yaşamını düşündüğünüzde neler söylemek istersiniz? Yine aynı statükonun devamından mı yanarsınız yoksa bu yönde bir değişim olmalı mı?

Şüphesiz bir yerde bir baskı olması sadece oranın rejiminin ismiyle alakalı bir şey değildir. Dolayısıyla orada yaşanan sorunlar hakkında doğrusu farklı kanallardan gelen bilgiler bunu farklı isimlendiriyor. Nerede bir zulüm varsa o zulümün durdurulması için benim inancım bana emrediyor. Allah bize mutlak surette adaleti emrediyor. Kim yaparsa yapsan adaletsizlik adaletsizliktir. Dolayısıyla bunun rejimin yapısından kaynaklı olduğu söylenir ama mesela önceki rejim yani Şah rejimi döneminde Kürtler çok mu rahattı?

Türkiye'de özellikle tek parti döneminde en büyük zulmün uygulandığı zamanlardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında tek parti döneminde. Fakat bugün o tek parti ile ittifak içerisinde olanlar farklı bir şekilde Kürtlerin en büyük baskıyı, en büyük zulmü AK Parti hükümeti dönemlerinde gördüğünü söylüyorlar. Birilerinin öyle söylemesiyle öyle olduğu anlamına gelmez.

Bir Kürt siyasetçi olarak, bir Kürt partisinin lideri olarak, İran'daki mevcut statükonun oradaki Kürtlerin özgürlüğü üzerindeki baskısını, özellikle idam gibi bir kartı sürekli canlı tutmasına karşı çıkmak gerekmez mi?

Sadece idama sırf idam olduğu için karşıya çıkmak çok moda ama bazı suçların cezasının idam olması gerektiğini ben düşünüyorum. Yapılan şeyden dolayı yani ama her şeyden önce kanunlar herkese eşit uygulanmalı. Eğer herkese eşit uygulanmıyorsa, kanunlar kişinin kimliğine göre, sosyal statüsüne göre ya da servetine göre birine başka bir şekilde uygulanıyorsa, veyahut birileri bu idamı siyaseten kendisinden rakip veya tehlikeli olarak gördüğü kişilere karşı uyguluyorsa, suçsuz insanlara karşı uyguluyorsa, silah olarak kullanılıyorsa o zaman bu idam çok tehlikeli bir silahtır. Dolayısıyla idam cezasının olmaması lazım. Ama birilerinin idamı hak ettiğine inanıyorum ben. Mesela masum bir insan, masum bir çocuğu suçsuz, sebepsiz, menfaat için öldüren bir insanın bence önümden başka hiçbir sezasının olmaması gerekir.

İran'daki Kürtler için sizin parti olarak uygun gördüğünüz formül nedir? Bir statü sahibi olmalarını ister misiniz? Nasıl bir statü sahibi olmaları?

Yani doğrusu biz Kürt meselesiyle ilgili başından beri şunu söylüyoruz; bölgede Irak Kürdistan Bölgesi’nde ya da İran'ın Kürdistan bölgesinde oradaki birkaç vilayette yoğun olarak Kürt nüfusu var. Her yerin kendine has şartları vardır. Mesela bir yerde belki federasyon bile yetmez deyip insanlar “bağımsızlık olmalı” diye tartışabiliyorlar. Nitekim hatırlayın Irak-Kürdistan Bölgesi’nde bir referandum yapıldı. “Bağımsızlık ilan edelim mi” yetmeyelim diye halka sordular. Büyük bir çoğunluk bağımsızlıktan yana tavır koydu. Şimdi Kürtlerin sahip olduğu statü yönünde en ileri seviyede olan yer neresi? Irak-Kürdistan Bölgesi. Bir federatif yapı var, kendi meclisleri var, kendi başkanları var, başbakanları var, hükümetleri var. Peşmerge orada iç güvenliği sağlıyor. Ama buna rağmen Irak Anayasası'nın bazı maddelerin uygulanmamasından dolayı bazı rahatsızlıklar oluştu ve orada bir referanduma gidildi.

Biz o zaman dedik ki belki biz bazı tavsiyelerde bulunabiliriz ama oradaki insanların iç işlerini karışmaya bizim hakkımız yok. Irak-Kürdistan Bölgesi’ndeki Kürtler kendi durumlarını daha iyi bilirler ve ne karar alırlarsa herkesin buna saygı duyulması gerekiyor. Bize düşen şey olur. Oradaki huzurun ve barışın temin edilmesi konusunda bize bir sorumluluk düşerse sorumluluğumuzu yerine getirelim. Ama kendimizi onların yerine koyup onlar adına karar alma hakkını biz kendimize görmedik.

Peki ya İran’daki Kürtler?

İrandaki Kürtler için de böyle. Oradaki insanlar kendileri için en uygun durumun ne olduğuna onlar karar vermeli. Bu kararı verirken gerçekten oradaki insanların huzurunu dikkate alıp emperyal bazı hesapların da farkına varmalı.

Daha net bir cevap almayı umarak soruyorum; İran'daki Kürtler, bazı siyasi partiler şu sıralar mevcut rejimin yıkılması gerektiğini, daha özgürlükçü bir rejimin gelmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu yönde bütün Kürt partilerinin bir talebi olursa ve İran'da böyle bir süreç başlarsa tavrınız ne olur? İran'la olan ilişkileriniz bu talebi desteklemeye müsaade eder mi?

Yani gerçekten iş o noktaya gider mi? Evet aslında takip ettik. Bazı mesela İran KDP'sinden böyle bir çağrı geldi, “rejim yıkılmalı” denildi. Rejimin oradaki Kürtlerle özellikle o partilerle ilişkisi konusunda ben doğrusu çok detaylı bilgiye sahip değilim. Yani onu analiz edecek kadar konu üzerine eğilmiş değilim. Ama oradaki Kürtlerin ağız birliği ederek öyle bir şey söylemeleri durumunda o zaman orada ne oluyor bitiyor diye mutlaka gidip bakmak lazım.

Birazda son sürece, Türkiye’de devam eden çözüm sürecine ya da devletin tanımıyla “Terörsüz Türkiye” sürecine gelelim. MHP lieri Devlet Bahçeli'nin çağrısıyla bir süreç başladı ve devam ediyor. Siz HÜDA PAR olarak bu süreci neresindesiniz?

Aslında bu süreç başladığından beri ve hatta başlamadan önce de bizim sürekli tekrar ettiğimiz bir şey vardı. Biz diyorduk ki silah ve şiddet bir hak arama yöntemi olamaz, olmamalı ve mutlaka bu terk edilmeli. Bu süreç anlaşıldığı kadarıyla Milli İstihbarat Teşkilatı MİT ve PKK arasında uzun bir süre götürülmüş belli bir kavama ulaştıktan sonra da Sayın Bahçeli tarafından deklare edilmiştir. Meclisin açıldığı gün bir şey söyledi, sonra 22 Ekim'de “eğer örgütü lağvettiğini ve silahın devrinin bittiğini söyleyecekse gelsin dem grubunda konuşsun” dedi. Çıtayı çok yükseğe koydu.

Biz bununla ilgili de evet mutlaka bu olmalı ama daha önce yaptığımız gibi, iki mesele birbirine karıştırılmamalı dedik. Belki sorunun bir boyutu şiddet boyutudur ama Kürt meselesi sadece şiddetten ibaret değil ki. Biz mütemadiyen söylüyoruz. Hatta parti programımıza yazdık. Yani Kürt meselesi eğer sadece bir şiddet, bir asayiş sorunu olarak görülürse ya da kısmen bölgesel ekonomik geri kalmışlık olarak görülürse bu sorun çözülmez. Sorunun siyasi boyutları vardı, sosyal boyutu vardı, psikolojik boyutu vardı, hatta uluslararası bir boyutu vardır. Dolayısıyla bütün bu boyutlarıyla birlikte bu sorun görülmeli ve ona göre çözüm adımları atılmalıdır.

Bugün de eğer iki mesele birbirine karıştırılırsa ya da biri diğerinin şartı olarak görülürse çözümün ve bu sürecin tıkanma riski vardır. Nihayetinde on sene önce benzer bir süreç yaşandı. O dönem de söyledik. Dedi ki bu mesele bir hak hukuk meselesidir. Ben PKK'li değilim, elimde silah da yok. Ama eğer benim talep ettiğim bir hakkı bana tanımak için irademin dışında bir şey istiyorsanız benden, mesela PKK'nin silah bırakması şartına bağlıyorsanız buna hakkınız yok. PKK'nin elindeki silahı ben ona bıraktıramam. Ne ben onlara söz geçirebilirim, ne de zorla alabilirim. Öyleyse niçin PKK'li olmayan, hatta PKK'nin kendisine zarar verdiği düşünülen, ciddi bir şekilde PKK'de mağdur olmuş olan çok geniş halk kitleleri var. Bunların meşru ve makul talipleri var. Bunları niye PKK’nin silah bırakması şartına bağlayalım?

Bu süreçte hükümet ya da ortakları sizin fikrinizi soruyor mu? Bu sürecin devamıyla ilgili siz neler öneriyorsunuz?

Görüşüyoruz ve bu bahsettiğim şeyleri biz söylüyoruz. Diyoruz ki 10 sene önce bir süreç yaşandı. O konudaki uyarılarımız o zaman dikkate alınmadı, şimdi aynı hatılara düşmeyin.

Kardeşlik hukuku çerçevesinde aslında çözülmesini öneriyorsunuz ama bu kardeşlik hukuku söylemi birazcık muğlak bir söylem. Tam olarak ne öneriyorsunuz? Anayasal değişiklikle birlikte örneğin özerklik, federasyon, otonomi sizin önerdiğiniz model ne? Ya da mevcut sistem içerisinde mi devam etmeli?

Şimdi biz hep şunu söyledik, evet kardeş olduğumuzu herkes söylüyor. Biz de söylüyoruz, evet kardeşiz. Ama bu kardeşliğin edebiyatını yapmakla yetinmeyelim. Şimdiye kadar kardeşin edebiyatı çokça yapıldı ama kardeşin hukukunun tahakkuk etmesi lazım, yerine gelmesi lazım bu hukuk. Nedir o hukuk? Senin neyin varsa kardeşin de olsun. Bir Türk'ün ne hakkı varsa Kürt aynı hakkı istiyor. Ne eksik ne fazla. Madem bu devleti beraber kurdular dedelerimiz, madem 100 sene önce Kurtuluş Savaşı'nda birlikte cephede savaştılar, yan yana şehit düştüler, madem birlikte bu vatanın müşterek sahipleridirler, ki Türkler buraya geldiğinde Kürtler zaten buradaydı.

Somut olarak bu kardeşlik hukuku anayasa nasıl yansımalı sizce?

Anayasa meselesinde biz diyoruz ki anayasanın başlangıç kısmı kısa ve öz olmalı. Etnik vurgulardan arındırılmalı. Bütün anayasada etnik temelli vurgulardan şiddetle kaçınılmalı. Vatandaşlık tanımı da bunlardan bir tanesidir. Diyoruz ki mutlak suretle vesayet korumlarından ve o ideolojiden arınmış bir anayasa olmalı, sivillerin yaptığı bir anayasa olmalı.

Şimdi eğer siz empati yapabilirseniz kendinizi kardeşim dediğiniz insanla eşit görürseniz haklar konusunda da bir eşitlik olmalı. Siz hiç kimse ne etnik kimliğinden ne mezhebi kimliğinden hatta ne de inancından dolayı dışlanmamalı haksızlık görmemeli. Yani ne ötekileştirilmeli, ne de kayırılmalı.

Cumhur İttifakı'nın içinde yer alan bir parti olarak diğer paydaşlarada  bunu söylüyor musunuz? Ve ne bekliyorsunuz? Bir ana dilde eğitim söz konusu olacak mı sizce?

Bizce mutlaka olmalı. Ana dilde eğitim sadece Kürtler için değil. Herkes için temel bir haktır. Siz irade olarak ortaya koyarsınız, dersiniz ki ben bunu hak olarak tanıyorum, bunun hazırlıklarına da başlıyorum. Planladık, hedef olarak beş yıl sonra isteyenler kendi ana dilinde eğitim alabilecekler. Bu memleketi rahatlatır. Resmi dil Türkçe ise herkes öğrensin. Herkes öğrenir zaten. Ama ana dilde eğitim bu memleketi bölmez. Bence bu memleketin farklı unsurlarını birbirine karşı kışkırtmaya çalışan, kötü niyetle onları birbirine düşürmeye çalışan insanların elindeki kozu almış oluyor.

Siz aynı zamanda Cumhur İttifakı'nın ortaklarından birisiniz. PKK silah bırakmanın bir ön şartı olarak devlete bunu sunuyordu.

Silahı bırakacağını söyledi.

Karar aldı. Sonuçta kongre böyle bir karar aldı. Bu aşamadan sonra gözler devlette ama bu süre sanki biraz uzuyor. Neler dönüyor acaba devletin iç koridorlarında?

Görebildiğim kadarıyla durum şu; devlet süreci takip ediyor. Gerçekten söylenen şey olacak mı, olmayacak mı? Yani bir karar alındı ama bu karar pratiğe dökülecek mi, dökülmeyecek mi? Devlet ona bakıyor ve o kararın pratiğe dökülmesini bir de şu anlamda bekliyor. Atılacak olan adımlar bu şarta bağlanmış, pazarlık konusu edilmiş gibi bir görüntü vermek istemiyor. Böyle bir görüntü oluşmasın diye de bekliyorlar. Diyorlar ki önümüzdeki iki aylık, üç aylık süreç içerisinde bu pratiğin görülmesini umuyoruz. İnşallah gerçekleşir. Fiilinde silahlar bırakılır. Hükümet adına ya da devlet adına açıklama yapanların yaptıkları açıklamaların satır aralarında da şu görünüyor. Bu yaz aylarında en geç nihayet Temmuz veya Ağustos ayında somut adımlarla o silahların bırakıldığını görmeyi umuyorlar. Umuyoruz ve dinliyoruz ki silah bırakma gerçekleşir ama olmasa bile o şarta bağlı olmaksızın atılması gereken adımlar mutlaka atılmalıdır.

PKK ile devlet arasında yürüyen bu süreç bir noktaya erdiğinde ve ihtimal dahilinde DEM Parti Cumhur İttifakı'nda yer alırsa, siz kimyası uyuşmayan iki Kürt partisi olarak ne olur ne öngörüyorsunuz?

DEM Parti şüphesiz oraya geleceği zaman HÜDA PAR'a soracak değil ya da AK Parti, DEM Parti ile bu görüşmeleri yapıp onları da Cumhur İttifakı'nın çatısı altına davet edeceği zaman yine onu bizim kabul etmemiz şartına bağlayacak değil. Nihayetinde biz bütün siyasi partiler arasında diyalog olması gerektiğini söylüyoruz. Elbette farklılıklarımız olabilir. Bizim AK Parti ile de farklı düşündüğümüz pek çok nokta var. MHP ile bizim farklı olduğumuz pek çok nokta var. Ama nihayetinde aynı birlik içerisinde, Cumhur İttifakı çatısı altında birlikte seçimlere girdik. Şimdi o birbirine çok sert bir şekilde eleştiri yöneltenler ya da işte Malazgirt'te Sayın Bahçeli'yle yan yana olmamıza şiddetle eleştiri yöneltenleri 1 Ekim'de gördünüz. Mesela bayramlaşma ziyaretlerinde MHP ile DEM Parti gittiler birbirleriyle bayramlaştılar. Ne oldu? MHP mi DEM Parti'ye yaklaştı ideolojik olarak, Rusya Dem Parti mi MHP'lileşti? Hangisi? Bence hiçbirisi de değil.

Öcalan sizin için HÜDA PAR için zamanında Kürtlerin MHP'si diye bir tanımlamada bulunmuştu.

Öcalan’ın söylediklerini çok ciddiye almıyorum. HÜDA PAR’ı kurduğumuzda Öcalan sanki çok tanışıyormuşuz ve askerlik arkadaşımızmış gibi şöyle diyordu; “Bunların gidip lokantada yemek yiyecek parası yok nasıl parti kurdular?” Yani o yüzden bazen konuşur böyle. Bazen de ne dediği çok anlaşılmaz. Hatta anlaşılmasın diye çok özel ve yoğun bir çaba içerisine de girer.

90'lı yıllar daha önceki zamanlarda olup biten her şeyle ilgili HÜDA PAR'ın doğrudan, samimi ve açık bir muhasebe yapmadığı ya da bir öz eleştiride bulunmadığına dair eleştirilere katılır mısınız? Neden böyle?

HÜDA PAR 2012 yılında kuruldu. 90 yıllarla ilgili öz eleştirisini veya muhasebesini verecek hiçbir şey yok. Elbette bir Müslüman olarak ben her günümün muhasebesini yaparım. Her gün, her akşam ben eve gittiğimde bugün ne oldu, ne bitti, ne yaptım, neyi doğru yaptım, neyi yanlış yaptım? Mutlaka her insan bu muhasebenin içerisinde olmalıdır. Bu ayrı bir şey. Ama onların yapmaya çalıştıkları şey iyi niyetli bir şey değil. Sürekli aynı soruların bizim karşımıza çıkması da iyi niyetli bir şey değil. Onlar istiyorlar ki biz sadece bununla, bu konularla ilgili hep savunma pozisyonda kalalım. Memleket meseleleriyle ilgili ne söylediğimiz, fikirlerimizin ne olduğu, çözümlerimizin ne olduğu hiç konuşulmasın, bilinmesin, tartışılmasın.

Öbür tarafta 90 bin insanın kanının aktığından bahsediliyor. Mesela Abdullah Öcalan’ın savunmalarında 15 bin insanın, 15 bin Kürt gencinin Bekaa Vadisi'nde ihanet iddiasıyla iç infaz olarak katledildiği söyleniyor. Ama şimdi bakıyorsunuz silahların dönemi bitti derken diye bir açıklama yaptığında da “benim sorumluluğum yok ki” diyor. “Real sosyalizmin bize söyledikleri ya da o dönemin karışıkları, şiddet ortamı onları gerektirdi, bunlar oldu” diyor. “Oldu bunlar kapatın gözünüzü, onları da görmeyin” diyor. Bir de şak şak bunu alkışlayanlar da şimdi bize diyorlar ki, HÜDA PAR kurulmadığı bir dönemdeki olaylarla ilgili özeleştiri versin.

Çok sayıda Kürt molalar da bu bahsettiğimiz tablonun içerisinde kurban oldu. Mesela Mola İzeddin diye çok bilinen bir dava vardı. HÜDA PAR olarak sizin en azından dönemi eleştirme durumuna girmeniz sizin için daha geniş kitlelere ulaşmayı getirmez miydi?

Dönemi eleştirme. Hangi dönemi? Neyi eleştirme? Mele İzeddin’e meselesi nasıl oldu? O olayı nedir? Kim vurdu? Karanlıkta da kalan şeyler. Açığa çıkmamış olan şeylerle ilgili olarak sanki bu işin sorumlusuymuş gibi bir pozisyon alıp onları o şekilde değerlendirmemiz isteniyorsa yok kardeşim. Biz bu oyuna gelmeyiz. Kimse boşuna o sulara doğru kürek çekmeye kalkmasın. Bu akıntıya karşı kürek çekmektir. Biz o tuzaklara düşmeyeceğiz.

Yine partinize gelen eleştirilerden biri de Rojava konusu. Gazze konusundaki asasiyetinize tabii ki kimse bir şey diyemez ama Rojava konusunda sessiz kaldığınız düşünülüyor. Aynı dönemde benzer saldırılar Afrin'e olduğunda sizin herhangi bir açıklamanız ya da duruma karşı bir değerlendirmede bulunmayışınız eleştiriliyor.

Bizim Rojava'yla ilgili, Afrin'le ilgili ya da Suriye'nin başka bölgelerinde yaşanan olaylarla ilgili yüzlerce açıklamamız var. Ama maalesef biz bu gibi şeylerle çokça karşılaşıyoruz. Biz bir şey söylüyoruz, üç gün sonra, bir hafta sonra, bir ay sonra birileri diyord ki falanca konuda sizin niye açıklamanız yok? E biz yaptık. “Ama ben görmedim” diyor. Ne yapalım?

Şimdi bazıları da şunu da kıyas ediyor. Bakın Gazze'de yaşanan şeyler ile dünyanın hiçbir yerinde yaşanan şey asla kıyas edilebilecek nitelikte değildir. Mesela diyorlar ki “orası işgal altında, Filistin işgal altında da burada sen yaşadığın yer Kürdistan da işgal altında değil mi?” Kürdistan kimin işgali altında? Rojava'da çatışmalar oldu. Rojava'daki çatışmalarla Gazze'deki soykırımın bir tutulması bir kere yani adalete hakarettir. Böyle bir şey olamaz.

Ama biz başından böyle söylüyoruz. Diyorlar ki “siz işte Gazze için miting yaptınız ama Rojava için yapmadınız. Rojava için siz bir şey yapmadınız.” Rojava'dan, oradaki baskıdan, oradaki zulümden, oradaki katliamdan kaçıp buraya gelen insanlar aç kalmasın diye Rojavalıya kurban eti götüren Yasin Börü ve arkadaşlarını, dünyanın görüp görebileceği en vahşi şekilde katledenler bize diyorlar ki siz Rojava için ne yaptınız? Siz ne yaptınız konuşmaktan başka? Siz sadece konuştunuz. Biz onların elinden tuttuk. Biz konuştuk da. Biz yapılan katliamların zulüm olduğunu söyledik de. Ama biz konuşmakla kalmadık, sadece konuşmakla kalmadık. Biz fiilen de oradaki kardeşlerimizin elinden tutmaya çalıştık. Ama biz bunun belki reklamını onlar kadar yapamadık. Onlar hiçbir şey yapmadı. Sadece konuştular ve sürekli bize diyorlar ki siz bir şey yapmadınız. Şimdi ama ikisini birbiriyle kıyas etmek benim vicdanımın, benim insanlığımın kaldırabileceği bir şey değildir. Rojava'da yaşananla, Diyarbakır'da yaşananı ve Gazze'de yaşananı siz nasıl bir tutarsınız?

Ne önerirsiniz Rojava için? Özellikle Kamışlı'daki konferansa davet edilseydiniz, katılır mıydınız? Ve orada çıkan otonomi talebiyle ilgili görüşünüz ne?

 Biraz önce söyledim. Her yerdeki insanlar oradaki şartları, kendi durumlarını daha iyi bilirler. Onların kendi durumlarıyla ilgili vermiş olduğu karalara biz saygı duyarız. Elbette bizim önerilerimiz olabilir.

Katılırız dediniz değil mi, davet edilseydiniz Kamışlı'ya?

Tabii, Fakat onlar adına karar verme hakkını kendimizde biz görmeyiz. Bakın mesela o dönemde bazıları bizi düşman kardeşler olarak tanımlıyordu ama biz PYD'ye de uyarılarda bulunduk. Dedi ki, şu anda Amerika size silah veriyor, size istikamet veriyor. Siz Amerika'yı kendinize dost zannetmeyin. Amerika Türkiye'yi kendi çizgisine çekmek için bir sopa olarak kullanılıyor. Yarın bir gün Türkiye ile Amerika anlaşırsa sizi bozuk para gibi harcar. Bunun farkında olun, bunu bilin.

Mesela Rojava'da özerk yapı oluştuğunda insanların çocuklarını aldılar neye göre yetiştiler? Kendi ideolojilerini onlara zerk ettiler. Müslümanın çocuğunu aldı, ateist yaptı. Bu zulümdür. Şimdi ne olacak orada? Şu anda oradaki insanlar, Suriye'deki insanlar Amerika ile Türkiye'nin varacağı anlaşmaya göre oradaki durumun şekilleneceğini bilmeliler.

Sonuçta orada bir Kürt yönetimi var. Bugün diğer partilerle de anlaşıldı.

Kürt yönetimi yoksa PYD yönetimi mi?

Kamışlı'daki konferansla birlikte ENKS'de dahil oldu. Bu size güvence vermiyor mu?

Bilmiyorum. Zaman gösterecek. Daha önce de ilk başta oradaki olaylar başladığında yine ENKS vardı, görüşmeler oldu. Dohuk'ta bir araya geldiler. Sonra güç birinin eline geçince ne oldu? Bir pratik varsa biraz önce bir şey söyledim; Kürt meselesi konuşurken siz geleceği geçmişin üzerinde inşa etmeyin ama geçmişi de unutmayın. Geçmişi unutursanız geçmişte yaşananlar gelecekte tekrar tekrar yaşanabilir. Geçmişte yaşanmışlıklar var. Roj Peşmergeleri nereye gitti, nerede kaldı, niye dönemedi? Oradaki bazı partilerin liderleri suikastlarla öldürüldü. Bazıları yurt dışına sürüldü. Yurt dışına sürülenler oraya geri dönmek istediklerinde önleri kapatıldı. Bunlar yaşanılmış gerçekler. İnşallah bundan sonra tekrar etmez. Oradaki insanlar, genel manada kendi gelecekleriyle ilgili karar verirler. Ne istediler, angi yönetim modelini istediler buna onlar karar verilmeli. Ama özgürce karar verebilmeli. Anlatabiliyor muyum? Silahların gölgesinde birilerinin dayatmasıyla değil.

Türkiye'nin ilişki kurması ve bir şekilde oranın herkes açısından yaşanabilir bir yer haline gelmesiyle ilgili hükümetle sizin görüş alışverişiniz oluyor mu?

Biz sadece şimdi değil daha önceki dönemde de söyledik ve dedi ki oradaki Kürtler mazlumdur. Beşar Esad döneminde önemli bir kısmın kimliği bile yoktu. Biz Türkiye'ye dedik. Sizin hem tarihsel bağlarınız var hem de Türkiye'nin içerisinde milyonlarca Kürt vatandaşımız var ve oradakilerin neredeyse tamamı buradaki Kürtlerin akrabaları. Öyle bir sınırlar çizdi ki ve bu sınırlar burada yaşayan halkın iradesiyle çizilmiş sınırlar değil. Öyle ki baba bir tarafta kaldı, oğul öbür tarafta. Ana bir tarafta kaldı, kızı öbür tarafta. Kümes bir tarafta kaldı, tavuk öbür tarafta kaldı, inek bir tarafta kaldı, dana öbür tarafta. Böyle zulümler yaşandı. Dolayısıyla ailenin yarısı bir tarafta, yarısı diğer tarafta. Bu gerçekliği görün ve ona göre oradaki insanlara kardeşlik elinizi uzatın. Kardeşleriniz olduğunu bilin. Hatta siz bölgenin güçlü bir ülkesi olarak onlara hamillik yapın. Sadece Suriye'deki Kürtler değil, Irak-Kürdistan bölgesi için de.

Yine oradaki kardeşlerimizin görüşmelerde dile getirdiği hususlardan birisi şudur. “Bizim iki borumuz var. Birisi nefes borusu, diğeri yemek borusu. İkisi de Türkiye'nin üzerinden geçiyor” diyoırlar. Biz de zamanında hükümete söyledik. Bağdat hükümetini de Tahran'ı da görmektense biz Ankara ile ilişkilerimizi geliştirip onlara görmek istiyoruz diyorlar. Onlara kardeş olduğunuzu gösterin, hissettirin ve o kardeşliğinizin gereğini yerine getirin. Bundan zararlı çıkmazsınız. Aynı şeyi biz mütemadiyen söylüyoruz. Burada bu sizin bu programınız dolayısıyla bir kez daha bunu tekrar etmiş olduk.

Öcalan da uluslar üstü bir formülle, bir kardeşlik hukukuyla Kürtler, Araplar, Farslar ve Türklerin bir arada yaşayabildiği bir formül öneriyor.

Öyle mi? Bilmiyorum.

Söylem de öyle en azından.

Söylem de öyle. Evet. Ekolojik kadın özgürlükçü, demokratik sosyalizm. Aslında Abdullah Öcalan diyor ki ben Marks'ı da aştım, artık yeni idoloğunuz benim, benim ideolojimde bütün dünya huzur bulacak. Siz beni yeni yeni tanımaya başlayacaksınız. Ben bütün dünyaya huzur getireceğim. Onun için Apocu ruhu iyi tanıyın, onu anlayın ve uygulayın, kurtuluşunuz ondadır diyor. Ve bu da bize fersah fersah uzaktır, siyahla beyaz kadar.

Sizin somut olarak öneriniz Irak, İran, Suriye, Kürtleri ve o ülkelerin diğer unsurlarıyla birlikte yaşama formülü, mevcut durumların korunması üzerine.

Yok sadece mevcut durumların korunması değil. Biz diyoruz ki hiçbir sistem, hiçbir model tabu değildir. Mesela bundan 150 sene öncesine kadar krallıklar en mükemmel sistem olarak kabul ediliyordu değil mi?

Yıkılıp gittiler.

Ne oldu? Şimdi kimse krallıklardan yana değil. Hatta herkes krallıklardan şikayetçi. Bir dönem için çok iyi gibi gelen bir model. Belki o dönem şartlarında krallıklar en iyi olabilir. Ben o dönemde yaşamadığım için, o dönemde yaşayan insanlar kadar bilemem. Belki bir müddet sonra çağın ihtiyaçları da değişecek, insanlar başka yeni bir şeyler düşünecekler, yeni bir şeyler önerecekler. Zaten biz anayasayla ilgili de söylerken de, anayasayı donuklaştırmayalım diyoruz. Bugün için size bu sistem çok iyi geliyor olabilir. Mükemmel gibi de gelebilir. Fakat neticede beşer kelamı olan bir şey mükemmel gibi görünse de zaman içerisinde eskir. Dolayısıyla bir yer için belki özerk bölgeler olabilir. Bazı yerlerde belki federatif bir yapı olabilir. Bazı yerlerde korporatif bir federalizm olabilir, Belçika'da olduğu gibi.