Prof. Dr. Karadaği ilk kez açıkladı: Türkiye ile PKK, DSG ile Şam arasında arabuluculuk yaptım

Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Ali Muhyiddin el Karadaği, Türkiye’deki barış süreci ve Suriye’deki arabuluculuk faaliyetlerine dair açıklamalarda bulundu.

Prof. Dr. Karadaği ilk kez açıkladı: Türkiye ile PKK, DSG ile Şam arasında arabuluculuk yaptım

Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Ali Muhyiddin el Karadaği, Rûdaw’a verdiği özel röportajda, Türkiye’deki barış süreci ve Suriye’deki arabuluculuk faaliyetlerine dair açıklamalarda bulundu.

Karadaği, özellikle Türkiye’de geçmişte Kürt meselesine yönelik oynadığı arabuluculuk rolü hakkında yeni bilgiler paylaştı.

Türkiye’deki barış sürecine ilişkin iyimser olduğunu belirten Karadaği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin desteklediği yeni sürecin “olgunlaştığını” vurguladı.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın da siyasi mücadele çağrısı yaptığını, bu durumun barış için önemli bir fırsat sunduğunu ifade eden Karadaği, geçmişte Erdoğan ile birçok kez bir araya geldiğini ve Kürt meselesini gündeme getirdiğini belirtti.

İlk kez açıkladığı bir bilgiye göre, PKK’nin askeri kanadından Cemil Bayık aracılığıyla temas kurduklarını ve Dolmabahçe Mutabakatı’na dönüş için onay aldıklarını söyledi.

Ayrıca, Almanya’da Ahmet Türk ile görüşerek bu süreci desteklediklerini ve Erdoğan’a PKK’nin mesajlarını ilettiklerini aktardı.

Şam ziyaretine de değinen Karadaği, geçici cumhurbaşkanı Ahmed Şera ile üç buçuk saatlik görüşmede Kürt meselesini ele aldıklarını belirtti.

Prof. Dr. Ali Muhyiddin el Karadaği, Kürt meselesinde ise DSG’den gelen barış talebini Şera’ya taşıdığını, Kürtlerin meşru haklarını savunduğunu ve yeni hükümetle Kürtler arasında imzalanan anlaşmada küçük de olsa katkı sağladıklarını söyledi.

Kürt alim, Suriye’de geçici anayasada Kürtlerin tanınmamasına rağmen, uzun vadeli müzakerelerle bu durumun değişebileceğini öngördü.

Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Ali Muhyiddin el Karadaği, Rûdaw TV’de yayınlanan özel röportajda Zana Kyani’nin sorularını yanıtladı. Sorular ve yanıtlardan öne çıkanlar şöyle:

Yakın zamanda Suriye'yi ziyaret ettiniz, Ahmed Şera ile görüştünüz, ziyaretin sizin talebiniz üzerine mi yoksa onların talebi üzerine mi oldu?

Kuşkusuz Ahmed Şera iktidara geldiğinde Birlik olarak onu kutladık ve sonra telefonla da konuştum. Bazı Müslüman olmayan devletler de Birliğimiz aracılığıyla bizden yeni Suriye devleti ile onlar arasındaki bazı sorunları çözmemizde yardımcı olmamızı istediler. Ben bunu ilettim ve onlar da iyi fırsatlar sundular. Sayın Ahmed Şera memnun oldu ve bundan faydalandılar. Yeni hükümet, Suriye ile o devlet arasında yaptığımız arabuluculuktan faydalandı. Yine Rusya bizden üst düzeyde talepte bulundu. Geçmişte Rusya'daki Müslüman cemaati içerisinde önemli işler yaptık. Örneğin, Çeçenistan'da, Dağıstan'da, diğer yerlerde aşırı gruplar arasında uzlaşma, İslami gruplarla arabuluculuk yaptık, bizi dinlediler, sorunumuzu çözdük.

Rusya'nın Suriye ile ilgili sizden ne gibi talepleri vardı?

Kuşkusuz konu Humeymim Hava Üssü, deniz kıyısındaki üssü hakkındaydı. Rusya’nın buradan çıkması ile ilgili, Suriye de önceki hükümetle, Beşar Esad ile Rusya arasında olan bazı diğer anlaşmalarla ilgiliydi. Bunları onlara ilettik, Ahmed Şera çok memnun oldu, "biz daha sonra kendimiz iletişim kurarız" dedi. Sonra Ahmed Şera Ramazan ayında bizi davet etti, gittik, yaklaşık üç buçuk saat oturduk, görüş alışverişinde bulunduk. Sonra özel olarak konuştuk. Konuştuğumuz konuların çoğu Suriye'nin yararınaydı.

Kürtleri de konuştunuz mu?

Dr. Ali Karadaği: Evet! Neden Kürt konusunu konuştuk? Çünkü yeni hükümetin başarıya ulaşmasından sonra, bana bir mektup geldi. Bunu ilk defa açıklıyorum. Demokratik Suriye Güçleri (DSG) liderliğinden bir mektup aldım.

Yani Mazlum Abdi'den mi?

Hayır, ilişkilerden sorumlu olan, iki kişi imzalamıştı ve şu anda isimlerini hatırlamıyorum, ancak sanırım Mazlum Bey'in yardımcılarıydı. "Sayın Prof. Dr. Karadaği, sizden, bir Kürt alim ve dini merci olarak barış için yardımcı olmanızı istiyoruz" diye yazmışlardı.

Bu yeni bir bilgi.

Biz de çok sevdiğimiz bir kardeş ve aracı vasıtasıyla cevap verdik. Mektup yazılıydı, sözlü değildi doğrudan. Suriye'nin yeni liderliğiyle iletişim kurduk, "Allah'a şükür yardımcıyız ve müzakere için herhangi bir şey gerekirse hazırız" dedik. Onlarla da konuştuk ve Kürt halkı ve Kürt halkının temsilcileriyle barışın zorunlu olduğu konusunda onları teşvik ettik. Ayrıca, örneğin Cindires ve Afrin gibi DSG’nin bulunmadığı yerlerden de Kürtler bizimle iletişim kurdular. Taleplerini Ahmed Şera'ya ilettim. Bu işin Irak gibi olmasını istemediğimizi, bu sorunun bu şekilde sürmesinin hiç kimsenin yararına olmadığını söyledim. İslami açıdan da bilirsiniz ki dil meşru bir haktır, siyasi haklar meşrudur, dedim. Allah'a şükür, ziyaretimizden bir veya iki gün önce onlar kendi aralarında bir anlaşma imzaladılar. Ahmed Şara'yı tebrik ettik. Bunun çok kutsal bir anlaşma olduğunu, Suriye'nin yararına, İslam'ın yararına, Kürtlerin, insanlığın yararına olduğunu söyledik. Çok teşvik ettik. Bu nedenle bu barış projesinde küçük bir parçayla da olsa katıldığımız olduğuna inanıyoruz, umarız bunu güçlendirmekte daha fazla rol alabiliriz.

Bu konu da önemli, ancak geçici anayasada Kürtler Suriye'deki ikinci büyük millet olarak tanınmadılar, bunu nasıl görüyorsunuz?

Aslında bu geçici bir anayasa, Beşar Esad tüm Suriye'nin Araplığını vurguluyordu. Baas Partisi tüm Suriye'nin Arapçılığı üzerine kuruldu. Baasçılar Suriye’de Kürt bölgelerini Arap Kuşağı ile parçaladı. Bu çok büyük bir sorun yarattı. Bu aşamada nasıl değiştirebiliriz? Bana göre bunların hepsi tartışmaya açıktır, onlar da bunun kalıcı bir anayasa olduğunu söylemediler, geçici bir anayasa olduğunu söylediler.

Yani gelecekte değişeceğini öngörüyor musunuz?

Bence Kürt halkı ve liderliği anlaşırsa, uzun müzakerelerle olabilir. Kürtler bazen sabırsızdır, bazı halkla ise çok sabırlıdır. Örneğin Fars halkı, yaklaşık on yıl Amerika ile müzakere yapabildi, Trump öncesi dönemde, Obama döneminde.

Eğer Kürtler başlangıçta bir şey elde edemezse artık edemez korkusu var.

Kürtlerin haklarını tam olarak elde etmesi gerektiği konusunda ısrarcı olması gerektiğine katılıyorum, ancak aynı zamanda Kürt halkının gücü ve varlığı ve Suriye'deki Kürt halkının temsili altında olmalı. Gerçekten bazı Kürt liderleri, "Suriye'deki Kürt halkının kendisini Irak Kürdistanı ile kıyaslaması ve 'biz de Irak Kürdistanı gibi bir federasyon istiyoruz' demesi doğru olmaz. Çünkü Irak'ın durumu çok farklı. Birincisi, örneğin coğrafi açıdan Irak Kürdistanı birbirine bağlıdır. İkincisi Saddam Kuveyt'e saldırdı ve sonra geri çekildi. Böylece orada tampon bölge oluşturuldu. Tüm bunlar Irak Kürdistanı için özel durumlar yarattı. Kürtler haklarını talep etmesinler demiyorum, ancak ortada buluşmalıyız. Biz terim savaşı, ifade savaşı değil, hak ve hukuk savaşı vermeliyiz. Çoğu zaman en büyük Kürt siyasetçiler veya edebiyatçılarda diyor, "Kürtler ömürleri boyunca Arap'tan daha iyi olmak istemedi" diyorlar. Örneğin siz Sayın Başkan Mesud Barzani’den veya Sayın Celal Talabani'den "bizim haklarımızın Arapların haklarından daha fazla olmasını istiyoruz" dediğini duydunuz mu? Bu demediler. Hayır, biz Kürtler eşit olmak istiyoruz. Bu eşitlik üzerinde çalışmak çok önemli.

Soruyu başka türlü sorayım: Suriye'de şu anki aşamasında Kürtler haklarını elde edilmese, gelecekte elde edileceğinin garantisi var mı?

Bu müzakere edilmeli, üzerinde çalışılmalı, bu bir gün veya iki günlük bir iş değil. Sonra, gerçekten başka bir şey de var, güven. Her zaman müzakerenin başarısı, psikologların dediği gibi tarafın birbirine güvenmesidir. Güven oluşturmak her iki taraftan da çok önemli, hükümet tarafından da Kürtler tarafından da. Çok zaman ve çok farkındalık gerektirir, böyle bir sonuca ulaşmak için çok akıllıca olmalı. Ne zalimce olsun ne mazlumca.

Ahmed Şara'yı konuşmak istiyorum. Kendisi El Kaide ve IŞİD içinde yer aldı ve şimdi Suriye'nin geçici cumhurbaşkanı oldu, Ahmed Şara'nın karakteri ve düşünceleri sizce nasıldır?

Bakın, hilafet denilen devlete katılması veya biat istendiğinde bunu kabul etmedi, sonra IŞİD’le savaştı. Ahmed Şara’nın grubuna karşı savaştılar. Ahmed Şara’nın grubu IŞİD ve El Kaide'ye karşı savaştı. Bu onun çok değiştiğini gösteriyor. Bir devlet başkanı kişiliği gibi davranıyor, konuşuyor ve düşünüyor. Kuşkusuz tüm düşüncelerinin yüzde yüz doğru olması gerekmiyor, çünkü hatadan muaf olmak sadece Allah'a mahsustur, ancak genel olarak "biz devrime dönüşüm yapmalıyız" diyor. Bunlar onun sözleri, şunu diyor; "tüm bileşenler ve özellikle Kürt halkı Suriye’nin asil bileşendir." Bunu bana kendisi söyledi. Bizim bundan yararlanmamız gerekiyor, sonra sonucun nasıl olacağını göreceğiz. Bu şahsiyete karşı iyimserim, ancak yine de hatasız olduğunu söylemiyorum. Ayrıca devletlerin onun üzerinde baskısı var. Arap baskısı var, Yahudi baskısı var, diğer devletlerin baskısı var.

Türkiye'den de bahsedelim. Biliyorsunuz şu anda Türkiye'de yeni bir süreç başladı, barış süreci. Abdullah Öcalan PKK'den kendini feshetmesini istedi. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunun yeni bir aşama olduğunu söyledi. Sizce bu çözüm süreci sonuç verecek mi?

Biz bu konuda da çok iyimseriz, neden? Çünkü daha önce Sayın Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi bu fikri ilk başta sundu. Yaklaşık 10-15 yıl önce, bir mütabakat  vardı, 8-9 maddelik bir mütabakat. Şimdi Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli de bu fikri destekliyor. Bu ne anlama geliyor? Kürtçe biz buna “olgunlaştı” diyoruz. İslamcılar İslami bir prensip olarak normal, milliyetçiler milli olarak bu barış ve bir arada yaşamanın uygun bir şey olduğunu düşünüyorlar artık. Kürt milleti tarafından ise ki PKK'nin temsilcisi Sayın Abdullah Öcalan’dır. Kendisi de Kürt ve Türk kardeşliği üzerinde çok güçlü bir şekilde çalışıyor. Daha da ötesi, savaş ve şiddetin bir kenara bırakılması ve siyasi olarak mücadele edilmesi talep etti ve emretti. Bu durumda bir iyimserlik ve çaba olduğunu düşünüyorum.

Size ayrıca yeni bir bilgi de vereyim, Necmettin Erbakan başbakan olduğu dönemde yanıma büyük bir İslami şahsiyet gönderdi, "Abdullah Öcalan'ın görüşünün ne olduğunu bilmek istiyoruz, gerçekten barış istiyor mu istemiyor mu?" dedi.

Yani 1990’lardan bahsediyorsunuz?

Yaklaşık 30 yıl önce. Biz de Abdullah Öcalan'a bir arabulucu gönderdik. Ama dönemde Erbakan’a darbe oldu. Yani İslami olduğum için demiyorum ama İslamcıların Kürt meselesine yaklaşımı milliyetçilerden çok çok daha iyidir ve onlarla anlaşmak çok daha kolaydır. Ancak şimdi Allah'a şükür Türk milliyetçileri de özellikle Milliyetçi Hareket Partisi de ki Devlet Bahçeli başkandır ve onlar için bir semboldür, çok iyi bir adım atmıştır. Diğer taraftan Abdullah Öcalan bu projeyi desteklemiştir. Eğer üzerinde çalışılırsa bu herkes için çok faydalı olur. Kürt halkı şu anda Türkiye’de çok iyi bir konumda, cumhurbaşkanı yardımcısı Kürt, dışişleri bakanı Kürt, diğer birkaç bakan Kürt. Şu durumda Kürt ve Türk arasında takriben çok bir fark yok. Ancak bu hak ve özgürlüklerin anayasada yer edinmesi gerekir, sonra üzerinde çalışılması gerekir, bu çok çok önemli bir şey. Bu Türkiye'nin tüm bileşenleri için, Türk, Kürt, Arap ve bunlar için stratejik bir şey.

Türkiye’de halihazırda yürütülmekte olan barış sürecinde daha önce bir rol üstlendiğinizi biliyorum. Bu süreçte nasıl ve ne şekilde arabuluculuk yaptığınızı öğrenmek isterim.      

Gerçekten güzel bir soru. Biz, doğrusu Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birçok kez bir araya geldik... Ne yazık ki, bu yüzden bazı Kürtler tarafından eleştiriliyoruz... Görüşmelerimizin çoğunda biz Kürt meselesini gündeme getiriyoruz ve bu meselenin nasıl çözülebileceğini konuşuyoruz. Hatta bir defasında, Malezya'da düzenlenen İslam İşbirliği Konferansı’na ben de davet edilmiştim. Oradaydım, Sayın Erdoğan konuştu, ardından beni selamladı. Sonrasında bir görüşmemiz oldu ve bazı konuları müzakere ettik. Ben sürecin tekrar başlaması gerektiğini söyledim. Bu, ilk sürecin bozulduğu ve Diyarbakır ile diğer bazı yerlerde PKK ile hükümet arasında çatışmaların başladığı döneme denk geliyordu. Ne yazık ki hepimiz çok zarar gördük. Önemli olan şu ki, o dönemden önce de sonra da bizim Sayın Cemil Bayık aracılığıyla temaslarımız olmuştu.     

Yani PKK kanadından sizinle bir temas olduğunu söylüyorsunuz? Sanırım bunu ilk kez bir medyada dile getiriyorsunuz?

Evet, birini gönderdi. Ben ve Sayın Kak Ali Zamaki birlikteydik, görüştük. Her iki tarafa da tavsiyelerimizi ilettik. Daha önce sekiz bakanın imzaladığı (Dolmabahçe Mütabakatı) bir anlaşma yapılmıştı; onlar da bu anlaşmaya hazır olduklarını ifade ettiler.  Sanırım askeri kanadı temsil ediyor Sayın Cemil (Cemil Bayık). Onun gönderdiği kişilerden bu konuda onaylarını aldık. Daha sonra, sürecin siyasi boyutunu ele almak için Almanya’ya gittik. Orada Sayın Ahmet Türk ile görüştük. İnsan doğruyu söylemeli; hepsi, o önceki mükatabakata dönülmesi konusunda hemfikirdi.

PKK mi?

Evet, PKK. Biz de bu gelişmeleri Sayın Erdoğan’a ilettik ve “Böyle bir durum var, bu konu üzerinde çalışabilirsiniz” dedik.

PKK’nin mesajını Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ilettiniz mi?

Evet, elbette. Bu süreç tamamen mesajların iletilmesi, karşılıklı cevapların verilmesi gibi aşamaları içeriyor. Bildiğim kadarıyla şu anda yürütülen çabalar da bu sürecin bir devamı niteliğinde. İmam Gazali’nin de buyurduğu gibi: “Bazen bir kişi bir demiri kesmek ister. Eline bir çekiç alır, yüz kez vurur ama kesemez. Sonunda tüm gücünü toplayarak bir darbe daha indirir ve demir kesilir. Ancak o demir son darbeyle değil, öncesindeki yüz darbenin etkisiyle kesilmiştir.” Biz de 30 yıldır çaba sarfediyoruz...

Siz çoğu zaman Kürt kimliğinize sahip çıkmamakla suçlanıyorsunuz ve çoğu zaman bazı kişilikler tarafından Türkiye ile, Türkiye Cumhurbaşkanı ile daha fazla dostluğunuz olduğu söyleniyor.

Gerçekten onlar çok, vicdansızdırlar diyebilirim. Benim hayatıma bir bakın, 1988 yılında saygıdeğer ve büyük birkaç şahsiyetle birlikte Rabıta'yı kurduk. Sonra iki amacımız vardı, biri Türkiye ve İran’daki Kürt mültecilere yardım etmekti. 1990'da Saddam saldırdığında, yaklaşık 1-2 milyon mülteci vardı. Tüm çabalarımızı harcadık, herkes bilir ki tüm kamplara ulaştık. Bu bir. İkincisi insani ve siyasi yanı da var. Her konferansta Kürtlerden bahsettik, hatta üyesi olduğum İslami Fıkıh Akademisi'nde bile Saddam'ın zulmünün nasıl kınanacağını tartıştık. Halepçe ve Enfal olaylarından sonra anlattık.

1989'da, Enfal olaylarından sadece bir yıl sonra, Köln'de uluslararası bir konferans düzenledik. Çok sayıda Kürt ve İslami şahsiyetler davet edildi, bunlardan biri de merhum İbrahim Ahmed’di. Yine Sayın Mesud Barzani’nin temsilcisiydi. Ayrıca Aziz Akravi katıldı, İslamcılardan Hasan Turabi'nin temsilcisi, Ezher'le büyük ilişkim olduğu için, Ezher Şeyhi'nin temsilcisi o konferansta hazır bulundu. Üç gün boyunca İslami bir perspektiften Kürt haklarını tartıştık. Saygıdeğer İbrahim Ahmed orada bana, "Sayın Doktor, ne yapıyorsun? Biz hala talepkarız" dedi. Ben ise, "İstemek değil, haklıyız" dedim. Halepçe felaketinden sonra, Kürdistan yerle bir edildi, Özgürlük Savaşı yılında Kürdistan'a ilk kim geldi? Biz geldik, Kürdistan'da 1991’in sonunda Rabıta’yı kurduk. Kürdistan'a tüm bu hizmetler, şimdi de üniversite, okul, Kur'an hafızlığı merkezi, Rabıta, tüm bu hizmetleri Kürdistan'da veriyor. Vallahi, bunu Afrika'da yapsaydım, Allah bilir bizim için ne yaparlardı. Ancak şükür diyorum, Allah bizi affetsin.

Türkiye'nin istikrarı ve gelişimi ne oranda bölgedeki Kürt sorununun çözümüne bağlıdır?

Ekonomi benim öğrenimimin ana kısmı, ekonomi asla güvenlik ve huzur gölgesi dışında gelişmez. Sermaye savaş ve felaketin olduğu yerden kaçar. Bu nedenle, Türkiye'de Kürt bölgelerindeki, Türkiye'nin doğusu veya Türkiye Kürdistanı denilen yerlerdeki huzur ve güvenlik sermaye ve yatırımları da etkiler. Koşul tüm Türkiye'de huzur ve güvenlik olmasıdır. Türkiye çok gelişmiş, ama Kürdistan'la anlaşırsa, Kürt'le anlaşırsa daha da gelişir.

 Röportajın tamamı…