Türkiye'nin Rojava ve Suriye'deki genişleme stratejisi

Türkiye ve desteklediği grupların Suriye’nin kuzey doğusunda gerçekleştirdiği operasyon dünya medyasının tepkisini çekmeye devam ediyor. Opendemocracy tarafından yayınlanan bir makalede bölgede insanların evlerini terk etmesi için bilinçli bir şiddet politikası uygulandığı belirtiliyor. Thomas McGee tarafından kaleme alınan makalede Türkiye ve müttefiki grupların seri infazlar, kanunsuz saldırılar, insani yardımları engelleme ve yağmalama da dahil savaş suçu sayılabilecek pek çok eyleme imza atıyor.

Türkiye'nin Rojava ve Suriye'deki genişleme stratejisi

Türkiye ve desteklediği grupların Suriye’nin kuzey doğusunda gerçekleştirdiği operasyon dünya medyasının tepkisini çekmeye devam ediyor. Opendemocracy tarafından yayınlanan bir makalede bölgede insanların evlerini terk etmesi için bilinçli bir şiddet politikası uygulandığı belirtiliyor. Thomas McGee tarafından kaleme alınan makalede Türkiye ve müttefiki grupların seri infazlar, kanunsuz saldırılar, insani yardımları engelleme ve yağmalama da dahil savaş suçu sayılabilecek pek çok eyleme imza atıyor.

Makalenin geniş özeti şu şekilde:

ABD ile ‘güvenli bölge’ oluşturulması için aylarca sürdürülen görüşmelerden sonra Türkiye, Suriye’nin kuzeyine yönelik tek taraflı bir saldırı başlattı. Akabinde ABD birliklerini bölgeden çekti ve Türkiye’nin Suriyeli ortakları bölgeye yerleşti.

Türk ordusu ve Ulusal Ordu adı altında Türkiye’nin eğittiği, silahlandırdığı ve koordine ettiği  Suriyeli gruplar operasyonun başlamasından itibaren pek çok insan hakları ihlallerinde bulundular.

Uluslararası Af Örgütü raporuna göre Türkiye ve müttefiki Suriyeli gruplar, seri infazlar, kanunsuz saldırılar, insani yardımları engelleme ve yağmalama da dahil sivil hayatı ayaklar altına alan ve savaş suçu olabilecek pek çok eyleme imza attı.

Bu tür insan hakları ihlalleri kimse için sürpriz değildi, çünkü benzer suçlar aynı gruplar ya da bağlantılı olanlar tarafından daha önce Afrin’de gerekleştirilmişti.

Yaklaşık bir buçuk yıldır Kürt yoğun bu bölgede, Türkiye’nin gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Operasyonu’ndan sonra yaşanan insan hakları ihlallerini araştırdım.

Alman Friedrich Ebert Vakfı tarafından yayınlanan ve yerleşim, toprak ve mülkiyet konularını kapsayan çalışmamda Afrin’de görüştüğüm hemen herkes, Ulusal Ordu’nun ihlalleriyle yüz yüze kaldıklarını belirttiler. Keyfi uygulamalardan korkan bir kaynağım, ‘kötülükte birbiriyle yarışıyorlar gibiler’ diyor.

Geçen ay başlayan saldırıdan sonra Türkiye ve desteklediği grupların kontrolüne giren Suriye’nin kuzeyinden de benzer raporlar almaya başladım.

Afrin’de gerçekleştirdiği ihlallerden dolayı kötü bir şöhreti olan Ahrar el Şarkiya, Kürt politikacı ve kadın hakları savunucusu Hevrin Halaf’ı öldürmekle suçlandı. Bölge halkı kendilerine yönelik Afrin senaryosu uygulanmasından korkarken, gelişmelere ciddi bir tepki gösteren uluslararası topluma rağmen bu olayları durdurmak için hemen hiçbir şeyin yapılmaması dikkat çekiyor.

Bölgenin etnik yapısını değiştirmeye çalışmakla suçlanan Türkiye, sınırın hemen dibinde Kürtlerin otonom bir bölge oluşturmasını kendi güvenliği için bir tehdit olarak algılıyor ve bundan dolayı da gelişmeleri ‘terör koridoru’ olarak adlandırıyor.

Kendi Kürtlerine yönelik olarak demografik değişim politikası izlemiş bir Türkiye’nin bölgede harici bir aktör olarak bulunması, olayın etnik boyutunu gündeme getiriyor.

Barış Pınarı ve Zeytin Dalı operasyonlarından önce Afrin ve Suriye’nin kuzeyi, 2012’den beri Kürtlerin önderliğindeki gruplar tarafından yönetiliyordu.

Bu bölgeler Suriye’nin diğer bölgelerine göre daha az yıkıma uğradığından, yerlerinden kaçan insanlar daha çok buralara gelmeyi tercih ettiler. Türkiye’nin saldırısından sonra tıpkı Afrin’deki gibi Suriye’nin kuzeyinden de yüzbinlerce kişi yerlerinden kovuldu.

Operasyonlarda Türk ordusu ve müttefikleri Afrin’deki gibi, Raselayn kasabalarındaki tıbbi tesisler gibi kamu hizmeti sunan birimleri de hedef aldı.

Türkiye’nin son operasyonunda hedef aldığı Alluk su istasyonunun devre dışı kalmasıyla yaklaşık 400 bin kişi susuz kaldı. Benzer bir durum Afrin’de de yaşanmş ve bundan dolayı da yerlerinden ayrılmak zorunda kalan insanların sayısı daha da artmıştı.

Zeytindalı Operasyonu sonrasını karakterize eden kaotik orman kurallarının uygulandığı Afrin’dekine benzer olaylar Kuzeydoğu Suriye’de yaşanıyor ve insanlar fidye için kaçırılıyor, keyfi cinayetler ve gözdağı amaçlı eylemler gerçekleştiriliyor. Diğer Ulusal Ordu mensuplarının savaş suçu işledikleri eylemlerinin görüntülerini almaları. Ulusal Ordu mensuplarının yaralı bir şekilde yakalanan Kürt savaşçı Barin Kobani ile birlikte poz vermeleri operasyonun amblemi haline gelmişti. Kuzey Suriye’de yakalananlara uygulanan şiddet, Ekim ayı ortalarında sosyal medyadan fazlasıyla yayınlanmıştı. Bu sahnelerin tekrarlanması ve Türkiye’nin kontrolündeki bölgede beyaz fosforun kullanıldığına dair iddialar, yerel halk üzerinde büyük bir korku meydana getirdi.

Bu tür eylemler etkin bir şekilde yerel halkın yerlerinden kaçmalarına sebep oldu. Bu da tıpkı Afrin’deki gibi Türkiye’nin muhalif savaşçıları ve ailelerini buralara yerleştirmelerinin yolunu açtı.

Af Örgütü’ne göre Türkiye, Suriyeli ortaklarının şiddet uygulamalarını dizginlemeyerek ve göz yumarak, yerel halka göre bu şekilde onları ödüllendiriyor. Daha önce Kürt olan Afrin’deki pek çok yerde artık Türkmenler ve Araplar çoğunluğu oluşturuyor, bu da Türkiye’nin uyguladığı demografi mühendisliğini gösteriyor.

Endişe verici bir şekilde buna benzer işaretlere Barış Pınarı Operasyonu’ndan sonra Kuzeydoğu Suriye’de de rastlanıyor. Mesela Tel Abyad’da birbiriyle mücadele içine giren Türkiye yanlısı gruplar ele geçirdikleri evleri spreyle boyayarak sahiplenmeye çalışıyorlar. Aynı şekilde Tel Abyad ve Raselayn’da yağmalama haberleri geliyor.